Zombi salgının dünyayı sarmasından sonra, şehir atmosferi korku ve kaosla doluydu. Sokaklar, terkedilmiş araçlar ve yağmalanmış dükkanlarla dolup taşıyordu. Gökyüzü, devasa binaların arasında puslu ve karanlıktı çünkü şehrin ışıkları tamamen sönmüştü. Sessizlik, bizim için büyük bir tehdit olan zombilerin dolaştığı şehir sokaklarında hüküm sürüyor ve ara sıra duyulan uzakta bir silah sesi, hayatta kalmaya çalışanların varlığını belirgin ediyordu.
Rüzgar, terkedilmiş kağıtları ve çöpleri sokak boyunca sürükleyerek şehirdeki sessizliği bozuyordu. Boş otobüs durakları ve parklar, kaçış yollarını arayan insanların geçmişini yansıtırken, bir zamanlar hareketli caddelerde şimdi yalnızca zombi hırıltıları ve vahşi hayvanların uluma sesleri yankılanıyordu.
Her köşe, zombi tehlikesinden kaçmaya çalışan hayatta kalmışların anılarını barındırıyordu. Şehir duvarlarına yazılmış, umutsuzca çizilmiş işaretler ve mesajlar, insanların birbirleriyle iletişim kurma çabalarını gösteriyordu.
İşte bu atmosfer, şehirlerin bir zamanlar yaşanabilir yerlerken, şimdi hayatta kalmak için mücadele edenlerin çabalarının ve umutlarının izlerini taşıyordu.
Ben Emircan Ay. Hayatta kalmayı başaran az sayıda insandan biriyim.
Bugünün tarihi 1 Mart 2020.
Gökyüzü berrak ve güneş tüm kudretiyle parlıyor, etrafı aydınlatarak günü selamlıyordu. Hafif rüzgarın esintisi ve kuşların melodisi, beni Stephen King'in "22/11/63" kitabına kaptırmış, keyifli bir okuma anının içine çekiyordu. Günlerdir evde kalmamız, bana bol bol kitap okuma fırsatı sunmuştu.
Alper'le konuşmak ise, bu günlerde giderek zorlaşıyordu. Onun tek isteği Bursa'daki ailesinin yanına dönmekti. Telefon şebekeleri çökmeden önce ailesine ulaşmaya çalıştı, ancak başarılı olamadı. Ben ise aileme ulaşabildim ve onların güvende olduklarını bilmek, içimi bir nebze olsun rahatlattı. 25 Şubat'tan sonraki günlerde yani çöküşten beri hiçbir telefon şebekesi çekmiyordu. O günden beri hiç kimseden haber alamıyorduk.
Sokağa çıkma yasakları ve zombilere karşı alınan önlemler bir süreliğine düzeni korumuştu. Askerler ve kolluk kuvvetleri, mahalle mahalle dolaşıp her evin günlük erzak ve diğer ihtiyaçlarını temin ediyordu. Ancak işlerin raydan çıkması uzun sürmeyecekti. İki hafta boyunca devam eden bu düzen, askerlerin artık yiyecek bırakmak için evlere uğramamaya başlamasıyla değişti. İnsanlar açlıkla başa çıkamayınca isyanlar patlak verdi. Sokağa çıkma yasakları açlıkla mücadele eden halk tarafından çiğnenince, Çöküş adı verilen felaket başladı. Biz ise isyana katılmamayı ve evimizde güvenli bir şekilde oturup gözlem yapmayı seçtik. Bu, hayatta kalabilmemiz için attığımız en önemli adımdı. Devletin oluşturduğu sığınaklara gitmeyi düşündük, ancak bu fikir bize mantıklı gelmedi. Erzaklarımızı dikkatlice kullanarak, evimizden hiç çıkmadan bu güne kadar hayatta kalmayı başardık. Ancak şimdi, erzaklarımız tükeniyor ve dışarı çıkma zamanı geldi.
Güneşin sıcak ışıkları, bu kez umut ve cesaret dolu bir yolculuğa çağrı yapıyordu.
Alper odasında solgun bir ışık altında uzanıyordu, gözleri derin bir yorgunlukla doluydu. Ona yaklaşıp nazikçe omzunu sarsarak,
Erzağımız bitiyor. İlk görevimiz için hazır mısın?"
diye sordum. Yorgun bir gülümsemeyle başını kaldırdı. İhtiyaçlarımızı karşılamak için dışarı çıkmalıydık.
Hazırlıklara başladık. Hava oldukça sıcaktı, ancak zombilerin tırnakları ve dişleri bizi öldürebilirdi. Bu yüzden kalın giysiler giyindik. Geniş sırt çantalarımızı sırtlayarak, bıçak ve demir sopalarımızı elimize aldık. Hava kararmadan önce, yiyecek, su ve ilaç arayışına çıkacak ve hava kararmadan eve dönecektik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ-1 "Ölülerin Çağı"
Fantasyİzmir'e üniversite okumaya giden 2 yakın arkadaş Alper ve Emir kendilerini, kökeni bilinmeyen, beyinsel, son derece tehlikeli ve bulaşıcı olan bir salgının içerisinde bulur. Zombi salgını modern dünyayı kasıp kavururken, devletlerin çökmesi sonucund...