***Rümeysa***
Sabaha ağzımda çok kötü bir tat ile uyandım. Masamın üstünde duran, biraz tozlanmış bardaktan,suyumu içerek ağzımda ki kötü tadı geçirdim. Karnım açtı ancak son zamanlarda pek keyfim yok. Zaten zor yemek buluyorken bir de iştahımın olmaması benim için hiç iyi değildi. Dinç olamıyordum. Yatağımdan kalktım ve siyah boğazlı kazağımı ve git gide eskiyen,rengi siyahtan koyu griye dönmekte olan,kot pantalonumu giyidim. Masanın üstünde Alper'in bana aldığı kolye duruyordu. Kısa bir süre kolyeye baktım ve nazikçe kolyeyi alarak boynuma taktım. Yavaş adımlarla kapıya geldim ve iyice çamurlanmış olan siyah botumu ayağıma geçirerek kahvaltı salonuna gittim. Burada kahvaltı için peynir,reçel,bal ve zeytin veriliyordu. 1 dilim ekmek aldım ve hepsini ekmeğime sürerek mideme indirdim. Yavaş adımlarla av kısmına yürürken burası hakkında düşünmeye başladım.Oldukça güzel bir sistemi olan,korunaklı,isminden de anlaşılacağı gibi yeni bir düzen kurmaya çalışan bir topluluğun parçası olmak benim için güzeldi. En azından Ecrin'i tek başıma korumak zorunda değildim. Düşüşten (Salgının başında devletlerin çökmesine verilen isim) beri Ecrin'i tek başıma korumaya çalışıyordum. Olaylara daha tam alışamadan Hastane'nin lideri oldum ve olaylar iyice gelişti. Kendimi ve kardeşimi hayatta tutmak büyük bir dertken 100'lerce insanın canından sorumlu olmak benim için çok zor olmuştu. Yusuf olmasaydı burada yaşıyor olmazdım. Her zaman benim yanımda oldu ve beni korudu. Şimdi de benim için dışarıda Alper'i arıyor. Ah Yusuf. Umarım başına bir şey gelmez ve buraya gelip, bu disiplinli ve rahat hayatı tadabilirsin.
Kısa bir yürüyüşün ardından av grubuna gelmiştim. İnsanlar sıraya girmişti. Grubun büyük çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu. Artık cinsiyet ayrımı kalmamıştı. Güçlü olanlar hayatta kalıyordu.
Av grubunda ki diğer herkes gibi bende sıraya girdim. Sıranın en önünde duran Kutay'a göz kırparak selam verdim. Kendimden emin adımlarla yürürken tüm gözler benim üstümdeydi. Sıranın en arkasına geçip etrafı izlemeye başladım. Bir kaç dakika geçmeden Can'da sıraya geldi. Bana hafif bir gülümseme ile selam verdi. Aynı şekilde ona gülümsedim. Çok geçmeden uzun boylu oldukça kalıplı ve seyrek saçlı bir adam elinde çanta ve kağıtlar ile bize doğru geldi. Tüm herkes "Dikkat" konumuna geçmişti. Kısa bir konuşma yaptıktan sonra bizleri gruplara ayırdı ve kağıtları(haritalar) grup liderlerine verdi. Av grubu 34 kişiden oluşan bir gruptu. 3 grup 10'ar kişiden oluşuyorken bizim grup 4 kişiydi. Murat(av lideri) Can,Kutay ve ben.
Murat herkese birer mızrak ve yay verdikten sonra görevimizin hayvan avlamak olduğunu ve hava kararana kadar ormanda olacağımızı söyledi ve hepimiz Murat'ı takip ederek ormana doğru ilerlemeye başladık. Yollarda ki zombi sayısı oldukça az gözüküyordu. Burada ki hakimiyet ölülerde değil yaşayanlardaydı. Herhangi bir tehlike ile karşılaşmadan ormana girdik.
Burası Hastane'nın yakınında ki ormana oldukça benziyordu. Zaten ne değişebilirdi ki? Uzun ağaçlar,bu ağaçların arasında kendini göstermeye çalışan bir güneş ve sert bir toprak zemin.
Ormanın derinliklerinde oldukça sessizce,hayvanların izlerini sürerek ilerliyorduk. Murat bir yandan izleri okumayı,yay kullanmanın püf noktalarını bize öğretiyordu. Ağaçta bir sincap gördüm ve sırtımda ki sadaktan ok çıkartarak yayımı gerdim. Nefesimi tuttum ve nişan aldım. Havada dönerek süzülen okum,sincap refleks bile veremeden kafasını deldi ve ağaca saplandı. Murat bana bakarak ; "Bravo. Hızlı kavradın!" dedi. Kafamı salladım ve gülümseyerek onayladım. Ağaca saplanan okumu hızlıca çekerek çıkarttım ve sincabı çantama attım. O sırada Kutay yanımızdan hızlı adımlarla ayrıldı. Muhtemelen bir hayvan gördü diye düşündük ve bir kaç adım attık. Ardından havadan oldukça yüksek bir ses geliyordu. Kafamızı kaldırıp baktığımızda oldukça alçaktan uçan bir helikopter gördük. Bu zamanlarda yolda giden bir araba görmek bile çok nadir karşılaşılan bir durumken,havada bir helikopterin olması,alçaktan uçarak etrafı süzerek ilerlemesi,aşırı olanaksız ve garipdi. Çok süre geçmeden Kutay yanımıza geldi ve av hava kararana kadar devam etti. Güzel bir av günü olmuştu. Murat'ı takip ederek geri dönmeye başladık.
Son Jenarasyon'a döndük ve herkes av bölgesine geldi. Murat herkesin burada olduğunu kontrol etti ve toplanan malzemeleri taşıması için liderleri yanına çağırdı. Geri kalanlara ise;
"Paydos. Yarın aynı saatte herkes burada olsun! Şimdi gidin,karnınızı doyurun ve dinlenin!" Diyerek yanımızdan ayrıldı. Can ve Kutay ile hiç konuşmadan yemek almaya gittim. Günün menüsünde ise; Tadı pek bir şeye benzemeyen,salça olduğundan eminim,bir çorba vardı,ayrıca 2 dilim ekmek ve haşlanmış patates de yedim. Karnımı iyice doyurduktan sonra odama gittim. Pislenmiş kıyafetlerimi çıkarttım ve elimi yüzümü yıkadım. Pijamalarımı giyindim. Çantamdan telsizimi ve kitabımı aldım ve masama koydum. Yatağıma uzandım ve "Malamander" adında ki kitabımı okumaya başladım.Yaklaşık 100 sayfa okuduktan sonra esnemeye başladım. Bardağıma su doldurdum ve içtim. Ardından tekrar su doldurup masamın üstüne koydum. Kitabımın sayfasını kıvırdım ve masama bıraktım. Sayfayı kıvırmak hoşuma gitmiyordu,ancak kitap ayracı bulmak ihtiyaç listemde ilk sıralarda değildi. Bu kitabım bittiğinde yakın bir kütüphaneden yeni kitaplar almaya gidecektim. O esnada bir ayraç bulabilirdim diye düşündüm. Yatağıma uzanıp üstüme yorganımı çektiğim anda masanın üstünde duran telsizimden ses gelmeye başladı.
Yusuf: Rümeysa? Duyuyor musun?
(Hızlıca telsizime uzandım ve cevap vermeye başladım.)
Rümeysa: Evet duyuyorum Yusuf. İyi misin?
Yusuf: Ben iyiyim. Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum. İz sürme konusunda başarılı değilim ama sana gördüklerimi anlatayım. Burada her ne olduysa Emir'in anlattığı gibi küçük bir kavgadan ibaret değil. Yerde oldukça büyük bir kan izi var. Bu büyük kan izi aynı yerde akmış. Yani Emir'in ya da Alper'in vücüdunda ki bir yer bayağı kanamış.
Rümeysa: Emir'in bir kanaması yoktu diye hatırlıyorum.
Yusuf: Aynen öyle! Burada işler daha da garipleşiyor. Çünkü kan izlerinin biriktiği yerde 3. bir ayak izi var. Bu bir zombi olabilir. Ya da bir insan.
Rümeysa: 3. kişi mi? Emir bundan bahsetmemişti.
Yusuf: Evet. Ancak burada Alper'in çantasını veya telsizini bulamadım. Yani gitmiş olabilir. Tüm bunlardan çıkardığım şey şu; Burada büyük bir kavga dönmüş ve Alper'in bir yeri fazlasıyla kanamış. 3. izin bir zombiye ait olduğunu düşünüyorum çünkü burada sürünme izleri var. Muhtemelen Alper kendisine gelen zombiyle savaşamayacak kadar kan kaybetti ve halsiz düştü. Sürünerek zombiden kaçmaya çalıştı.
Rümeysa: Ya sonra?
Yusuf: Sonrasını bilmiyorum. İzler git gide azalmış. Ancak civarda bir zombi cesedi bulamadım. Eğer Alper öldüyse onun cesedini veya zombi halini de görmedim. Aramaya devam etmemi ister misin?
Rümeysa: (Uzun bir sessizlik ardından derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım.) Hayır.
Yusuf: Bu cevabında ciddi olmadığını biliyorum. Alper'e ihtiyacın var.
Rümeysa: Sana da ihtiyacım var Yusuf.
Yusuf: Ben her zaman yanındayım. Onun başına neler geldi bilmiyoruz. Bize ihtiyacı olabilir. Onu bulana kadar dönmeyeceğim. 10 sene sürse de dönmeyeceğim. Kendine iyi bak. Yeni bir şey bulursam sana söylerim.
Rümeysa: Yusuf! Teşekkür ederim.
Yusuf: Rica ederim.Yusuf telsizi kapattı ve telsizimi masamın üstüne bıraktım. Alper'in nerede olduğunu,yaşayıp yaşamadığını,Yusuf'un anlattıklarını düşünerek kafamda senaryolar oluşturmaya başladım. Kısa bir süre sonra uyuyakaldım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ-1 "Ölülerin Çağı"
Fantasíaİzmir'e üniversite okumaya giden 2 yakın arkadaş Alper ve Emir kendilerini, kökeni bilinmeyen, beyinsel, son derece tehlikeli ve bulaşıcı olan bir salgının içerisinde bulur. Zombi salgını modern dünyayı kasıp kavururken, devletlerin çökmesi sonucund...