Hızla ilerlediğimiz kasvetli sokaklar, Binaların ve yağmalanmış dükkanların gölgeleriyle dolup taşıyordu. Alarmı istemeyerek çalıştırmam yüzünden bu duruma düşmüştük. Eğer buradan sağ çıkamazsak, hepsi anlık bir hata yüzünden olacaktı. Bir plan yaparak kurtulmamız lazımdı.
Ardımdan koşan Alper'e döndüm.
"Planımız nedir?"
-Sonsuza kadar koşamayız. İzimizi kaybettirmemiz gerekiyor.-
"Evet, ama nasıl?"
-Hatırladığım kadarıyla, ileride bir polis karakolu ve yanında yangın merdiveni olan bir bina var. Oraya gidip silah alalım, yangın merdiveninden çatıya çıkalım. Kendimizi koruyabiliriz.-
" Silah ateşlemek mantıklı değil."
- Bu sürüye karşı demir sopa ile ölmeyi beklemek mantıklı mı?-
Doğru söylüyordu. Kullanmasak bile silahlara ihtiyacımız olacaktı.
"Haydi yapalım şu planı."
- İçeri ben gireceğim, çantam boş, dışarıda bekleme, merdivenlerden yukarı çık. Hiç değilse birimiz başarabiliriz.-
" Hayır se-"
- Lütfen dediğimi yap!-
Alper'i arkamda bırakma fikri hoşuma gitmedi, ancak bu planı kabullenmek zorundaydım.
Polis karakoluna yaklaştığımızda, arkamı dönüp zombi sürüsüne göz attım. Hala oldukça gerilerdeydiler ve Alper'in planımızı uygulamak için yeterli zamanımız vardı. Alper, karakola dalmadan önce bana baktı ve;
-Neye bakıyorsun? Yukarı çık.-
"Acele et."
Yukarı çıkıp çatıya ulaştığımda, şansın bana güldüğünü hissettim. Çatının kapısı şans eseri kilitli değildi. Eğilip çatıdan zombi sürüsüne ve çevreye göz atmaya başladım. Yaklaşıyorlardı ama Alper'in hala yeterli süresi vardı. Başarması için dua etmeye başladım...
*****Alper
Karakolun kapısı gıcırtılı bir şekilde açıldı. İçeriye adımımı attığımda gri renkteki duvarlar, nem ve küf izleriyle kaplıydı. Duvarlardaki polis amblemleri ve üniformalı fotoğraflar, karakolun eski günlerine dair nostaljik izler bırakmaktaydı.
Toplu iğneler, metal kelepçeler ve eski rapor kağıtları yerlere dağılmıştı.
Kararmış pencerelerden sızan loş ışık, karakolun içini aydınlatyordu, ancak birçok pencere camı çatlak ve kirli olduğu için dışarısı tam olarak görülemiyordu.
Masa ve sandalyeler, yarım içilmiş kahve fincanları ve dağılmış dosyalar, karakolun eski huzurunun ne kadar ani bir şekilde bozulduğunu gösteriyordu.
Bardaklardan gelen kahve kokusu, bana
karakolun eski çalışanlarının anılarını çağrıştırırken, duvardaki saatin tik tak sesi, bir zamanlar burada düzenin hüküm sürdüğü günleri hatırlatıyordu. Ancak şimdi, burası terk edilmiş bir karakoldan başka bir şey değildi. Bu kasvetli atmosfer, eski günlerini yad etmekte ve bu sessizliği, bir zamanlar var olan düzenin yitirilmişliğini yankılamaktaydı.Sessizce içeride ilerlemeye devam ederken bir ses duydum ve sese yaklaştım.
Bir polis memuru, kendini masanın ayağına kelepçelemiş ve zombiye dönüşmüştü. Beni fark etti ve delirmişçesine sesler çıkarmaya başladı. Ağzından salyalar akıyordu ve kolunu var gücüyle kelepçeden çıkarmaya çalışıyordu. Cebimden bıçağımı çıkartıp kafasına doğru yaklaştığımda, kelepçeli eli koptu ve zombi kelepçeden kurtuldu. Sesli bir çığlık attım, ardından var gücümle bir tekme savurdum. Yere düştü. Kalkmasına izin vermeden bıçağımı kafasına sapladım ve geri çıkarttım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ-1 "Ölülerin Çağı"
Fantasyİzmir'e üniversite okumaya giden 2 yakın arkadaş Alper ve Emir kendilerini, kökeni bilinmeyen, beyinsel, son derece tehlikeli ve bulaşıcı olan bir salgının içerisinde bulur. Zombi salgını modern dünyayı kasıp kavururken, devletlerin çökmesi sonucund...