Emir
Uzun bir süre Alper'in uyanmasını beklerken karnım acıktı. Fındık paketini açarak, hızlıca mideye indirdim. Susuzluğumu gidermek için birkaç yudum su içtikten sonra, kapının önüne dizdiğimiz tuğlaları çektim. Etraf sessiz ve karanlıktı, ancak güneş yavaşça yükseliyordu. Sıkı giyindiğim için çok terliyordum. Keşke duş alabileceğim bir yer olsaydı. Pis kokuyor ve aç geziyordum. Zombilerden tek farkım insan olmamdı sanırım. Alper'in karakoldan aldığı silahları inceleyip vakit geçirdim. Artık sabah olmuştu. Alper uyandı;
"Günaydın."
Diyerek onu karşıladım.
-Günaydın.-
"Haydi hazırlanıp yola koyulalım..."
Alper, silah çantasını sırtına geçirip dürbünlü silahıyla etrafı kontrol ediyordu.
Etraf boş. Eve giden yol boş gözüküyor."
dedi ve yola çıktık.
Sabahın erken saatlerinde yollar, geçen büyük bir zombi sürüsünün ardında sessiz ve izbe kalmıştı. Sokaklar, yaşamın izini kaybetmiş gibiydi.
Güneşin umut dolu parlak ışıkları içime bir huzur veriyordu, ancak şehir hala korkunç bir sessizlik ve atmosfer ile doluydu. Yollar, terk edilmiş arabalar ve zombi saldırılarının ardında kalan enkazlarla dolup taşmış durumdaydı.
Evlerin ve dükkanların kırık pencereleri, rüzgarın esmesiyle birlikte bize fısıldıyordu. Uzaklarda, şehrin silueti ve yüksek binaların gölgeleri, güneşin yavaş yavaş yükselmesiyle aydınlayordu, ancak bu kentin yaşam dolu günlerine dair sadece bir anı gibi duruyordu.
Yürüdükçe, duvarlardaki zombi saldırılarından dolayı oluşan kan lekeleri ve cesetler, bu terk edilmiş dünyanın vahşi gerçekliğini hatırlatıyordu. Adımlarımızın çıkardığı ses, rüzgarın ürkütücü uğultusuyla birlikte sessizliği deliyordu.
Eve vardığımızda eşyalarımızı bıraktık. Radyoyu açtım, ancak pili bitmiş olduğu için çalışmıyordu. Alper bir kutu konserve ton balığını yedi. Yiyecek problemimiz asla bitmeyecek gibi gözüküyordu. Tarım yapmamız gerekiyordu, ancak tarım yapmak için elverişli bir ortam sağlamak zordu. 2 kişiyle bunu başarmak neredeyse imkansızdı. Diğer yaşayanları bulup bir topluluk oluşturmak mantıklı görünüyordu, ancak insanlara güvenmek riskliydi. Alper'le bile anlaşamadığımız konular olmuşken, diğerleriyle uyum sağlamak daha da zor olacaktı. Yine de Alper'den fikir alıp sığınağın civarında yaşayan insanları kontrol etmek faydalı olabilirdi. Belki takas yapabilir veya karşılıksız yardım alabilirdik.
Mutfakta oturan Alper'in yanına gittim ve konuşmaya başladık;
"Hey, sana bir sorum var."
-Efendim?-
"Sığınakların yakınlarına bir yolculuğa çıkmaya ne dersin? Dün bizden başkalarının da olduğunu söyledin. Grubu büyütmeliyiz diye düşünüyorum."
-Daha fazla insan, daha fazla ihtiyaç demek. İnsanlar tarafından eşyalarımızın soyulma, hatta öldürülme riskimiz var. Yine de eğer istersen gidebiliriz.-
"Haklısın. Yine de gitmeyi daha doğru buluyorum."
Alper bu fikri istemeden de olsa kabul etmişti. Bu benim için önemliydi. Her zaman beni destekleyeceğini bilmek beni rahatlatıyordu.
Kısa bir hazırlıktan sonra yola çıktık. Sığınağa yaklaştıkça yolların tamamen araçlarla kapanmış olduğunu gördüm ve hiç hareket olmadığını fark ettim. Burada yaşayan bir insanın olmadığına kesinlikle emindim. Sığınağın çevresi bomboştu. Devletin buraya yardım etmediği belliydi. Ne bir insan ne de bir yaşam belirtisi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ-1 "Ölülerin Çağı"
Fantasíaİzmir'e üniversite okumaya giden 2 yakın arkadaş Alper ve Emir kendilerini, kökeni bilinmeyen, beyinsel, son derece tehlikeli ve bulaşıcı olan bir salgının içerisinde bulur. Zombi salgını modern dünyayı kasıp kavururken, devletlerin çökmesi sonucund...