Özlem araştırmalarına devam ederken Fatih’in doğduğu gece olan depremin hiçbir yerde yazmadığını gördü. Sadece o evde yaşanmıştı ancak bunu kanıtlayacak bir şey yoktu. Daha sonra Fatih’in annesi öldüğünde yaşanan depremi araştırdı ancak aynı şekilde deprem sadece o köyde yaşanmıştı üstelik çok şiddetli bir depremdi. Normal şartlarda o büyüklükte bir deprem bütün şehri yıkmaya yeterdi. Bir türlü cevap bulamıyordu sorularına. Yılanın Fatih’i görünce taş kesilip ölmesini araştırdı. Bunun da hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Aynı şekilde kuşların da onu görmek için kulübenin yanına gelmesi ve gözlerine uzun süre bakınca taşlaşıp ölmesi çok tuhaftı. Bunu bir kez daha denemek istiyordu. Yakınlarında çok fazla yılan olduğu için kimsenin gitmediği bir orman bulunuyordu. Fatih’i gezmek için o ormana gitmeye ikna etti ve yılan olayından bahsetmedi bile. Sadece acil bir durumda nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordu.
Bir hafta sonu beraber bu ormana yürüyüşe gittiler. Fatih ormanları çok seviyordu ağaçlar, kuşlar, böcekler ve temiz hava onun için huzur vericiydi. Bir süre dolaşırken kendi kendine düşündü. Huzur bulacağı bu kadar yer varken neden şehrin ortasında insanların seslerini duyuyor, kirli hava soluyor ve sürekli stres doluyordu?
“Ormanları sever misin?”
“Kim sevmez ki?”
“Peki neden köyde değil de burada yaşamayı seçtin?”
“Bunu ben seçmedim. Ben burada doğdum, burada büyüdüm. Hayatımda hiç köye gitmedim. O yüzden oralarda yaşayabileceğimi sanmıyorum.”
“Sana ne kadar çok yakışırdı tahmin bile edemezsin.”
“Beni her hâlimle beğenirsin sanıyordum.”
“Zaten seni her hâlinle çok beğeniyorum, sadece bir teklif sundum. Eğer istersen tamamen yeşilliklerle kaplı, etrafında göl olan bir ev alabilirim. Birlikte arada bir gidip kafa dinleriz.”
“Bak ona hayır diyemem.”
Bu şekilde sohbet ederlerken Fatih bir anlığına duraksadı. Özlem’e hareket etmemesini söyledi. Etrafa bakıyordu ancak hiçbir şey yoktu.
“Bu ormana daha önce hiç gelmiş miydin?”
“Hayır. İlk defa seninle geliyorum.”
“Peki neden bu ormana gelmemizi ısrarla istedin?”
“Israrla istemedim sadece daha önce hiç gelmediğim bir yer ve seninle gelmek istedim.”
“Hemen buradan gitmemiz gerekiyor.”
“Sorun ne söyler misin lütfen?”
“Bu ormanda çok tehlikeli hayvanlar var. Üstelik çok fazla var. Neredeyse hepsini hissedebiliyorum.”
“Hayvanların sana zarar veremediğini sanıyordum.”
“Evet bana zarar veremiyorlar ancak sana verebilirler.”
“Ne yani onları alt edemez misin?”
“Bu hayvanlar zehirli hem de öldürücü bir zehir. Eğer bunlardan birisi seni sokarsa geri dönüşü olmaz.”
“Tamam o zaman, dönelim geri.”
Özlem işin ciddiyetinin farkında değildi belki ama Fatih tamamen gerilmişti. Yalnız olduğu zaman sorun yoktu. Hiçbir güç ona zarar veremezdi ancak Özlem yanındaydı ve ona bir şey olursa kendisini asla affetmezdi. Özlem’in elinden tutup hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Mümkün olduğunca ağaç olmayan yerden gidiyorlardı ve yerin çok yaprak olmayan kısımlarına basıyorlardı. Bir anlığına Fatih durdu. Özlem’in elini sımsıkı kavradı ve onu arkasına aldı. Hemen karşılarındaki büyük gövdeli ağaçtan aşağıya doğru kocaman bir yılan iniyordu. Gözlerini Fatih’e doğru dikmiş başı hiç hareket etmeden ağaçtan indi. Biraz yanaştıktan sonra kafasını iyice havaya kaldırıp bakmaya başladı.
Fatih yılanın ölmesini istemiyordu. Ancak Özlem yanındayken seçme hakkı yoktu. Gözlerini kan kırmızısına çevirip yılanın gözlerinin içine bakmaya başladı. Yılan bir süre hareketsiz bir şekilde durdu. Fatih yanına yaklaşıp dokununca yere yığıldı. Özlem dokunduğunda yılan taş kesilmişti âdeta.
“Bu nasıl oldu? Sen ona hiçbir şey yapmadın. Sadece bakışlarınla onu nasıl öldürdün?”
“Sanırım gözlerim kırmızı iken hayvanları ölümcül bir krize sokabiliyorum. Ama senin de dediğin gibi bunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Ya insanlar üzerinde böyle olsaydı? O zaman nasıl yaşayacaktın?”
“Güneş gözlüğü diye bir şey icat etmişler öyle değil mi? Ben de en koyu renkli olanı alır, gözüme takardım.”
Özlem kahkaha attı.
“Nasıl oldu da seni yıllarca bir canavar olarak düşünebildim bilmiyorum.”
“Herkes beni yıllarca canavar olarak düşündü. İnsanlar çocuklarını korkutmak için beni anlattılar. Eğer yatağa girmezseniz kırmızı gözlü gelip seni yer diye.”
“Hayatlarında hiç görmedikleri birisi hakkında nasıl bu kadar rahat konuşabiliyorlar anlamıyorum.”
“Ben artık anlayabiliyorum. Yıllardır insanları araştırıyorum. Ve inanmayacaksın ama çok şey öğrendim. Öğrendiklerime dayanarak söylüyorum, insanlar görmedikleri şeylerden çok korkuyorlar. Hava aydınlıkken bir sorun yok çünkü her şey kontrolleri altında. Ancak hava karardığında hiçbir şey göremiyorlar ve bu yüzden kendi kontrolünde olmayan şeylerden de çok korkuyorlar. Kendilerinden güçlü birileriyle karşılaştıklarında da çok korkuyorlar. Hepsini anlıyorum fakat bir türlü anlam veremediğim şey bu insanlar korkularını yenmek için neden sürekli birbirlerini öldürüyorlar ya da birbirlerine güç gösterisi yapmak için devasa hayvanları öldürüyorlar? Araştırmalarıma göre binlerce yıldır insanoğlu bu dünya üzerinde hüküm sürüyor. Ancak bu kadar zaman boyunca sorunlarla baş edebilmek için buldukları tek çözüm yolu öldürmek.”
“Eğer bu özel güçlere sahip olmasaydın insanları daha iyi anlayabilirdin. Düşün eğer sıradan bir insan olsaydın şu an koşuyor olurduk. Çünkü o yılan ikimizi de öldürecek güce sahipti. Ya da düşün ki sen sıradan bir insansın ve benim elimde silah var. Ne yapardın?”
“Yine kaçardım herhâlde.”
“Peki bir de şöyle düşün sürekli kaçmaktan sıkıldığında ne yapardın?”
“Bilmem insanların olmadığı bir yere taşınırdım herhâlde.”
“Öyle olmuyor işte. İnsanların bir arada yaşamasının asıl sebebi kendilerini dışarıdan gelecek her türlü tehlikeye karşı korumak zaten.”
“Bence insanoğlundan daha tehlikeli bir varlık yok.”
“Bu kadar nefret etme lütfen. Sen de bir insansın, ben de bir insanım.”
“Eğer ben insan olsaydım bunca sıkıntıyı yaşamazdım. Neyse daha fazla bu konuda konuşmak istemiyorum. Bir an önce buradan çıkmak istiyorum.”
Fatih biraz sinirlenmiş, biraz da üzülmüştü. Buraya gelirken çok güzel zaman geçireceklerini düşünmüştü ama korku ve panikle geri dönmek zorunda kalmışlardı. Ormandan çıkmalarına çok az kalmıştı. Özlem birden çığlık attı.
“O neydi gördün mü?”
“Neden bahsediyorsun? Hiçbir şey görmüyorum.”
“Siyah bir duman geçti sanki.”
Siyah duman deyince, Fatih ne olduğunu anladı. Gözlerini kırmızıya çevirdi ve etrafı kontrol etmeye başladı. Arkasına dönüp Özlem’e baktığında ise kırmızı gözlü yaratığın hemen onun arkasında olduğunu gördü. Özlem’i kendisine doğru çekip arkasına aldı. Fakat o hiçbir şey görmüyordu. Neler olduğunu anlamadan etrafa bakıyordu. Yaratık Fatih ile konuşmaya başladı.
“Merak etme o beni görmüyor şu an. Sadece senin fark etmen için gösterdim kendimi az önce. Bana cevap vermene gerek yok, sadece dinle. Bahar’ı öldürmen için sana yardımcı oldum ancak sen bunu yapmadın. Bu yüzden başına gelecek her şeyin sorumlusu da sensin. Ben geleceği göremem ancak kendi geleceğimi oluşturabilirim. Ve senin yaşadığın ve yaşayacağın geleceği de ben yarattım. Sen Bahar’ı o gün öldürmeliydin. Böylece konu kapanacaktı ancak sen yaşamasına izin verdin ve olması gerekenleri değiştirdin. Eğer benim dediğimi yapsaydın seni çok daha iyi bir son bekliyordu. Ancak artık senin sonun çok kötü olacak. Öyle ki benim lanetimi daha önce almadığın için pişman olacaksın.”
Bu sözleri söyledikten sonra birden dumana dönüşüp kayboldu.
“Nereye bakıyorsun sen, korkutma beni lütfen. Bir şey mi gördün, neden konuşmuyorsun?”
“Yok bir şey. Sadece bir ses duyduğumu zannettim ama bana öyle gelmiş. Hadi artık bu ormandan çıkalım.”
Fatih ormandan çıkar çıkmaz Özlem’i alıp evine bıraktı. Bir daha asla böyle bir şey yapmayacağına dair Özlem’e söz verdirdi. Daha sonra eve geçip yaratığın ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Bahar’ı öldürmediği için ne kadar kötü bir şey olabilirdi ki? Üstelik onu eninde sonunda öldürecekti. Sadece biraz daha ileri bir tarihe ertelemişti bu durumu. Peki ya “Senin yaşayacağın geleceği de ben yarattım,” derken neyi kast etmişti? Gerçekten de yapacağı her hareketi önceden bilebilir miydi? Yoksa onu korkutmak için mi böyle söylemişti.
Açıkçası Fatih aldığı her kararı kendisi verdiğine inanıyordu. Bu yüzden hiçbir pişmanlık duymuyordu. Hayatında yaşadığı en büyük pişmanlık annesini o gün evde yalnız bırakıp köye gitmesiydi. Yıllardır geceleri bir şeyler düşünmekten o kadar sıkılmıştı ki. Artık uyuyabilmek, dinlenebilmek ve rüya görebilmek istiyordu. Yorulduğu için ya da ihtiyacı olduğu için değil. Bunun çok zevkli bir şey olduğunu düşündüğü için istiyordu. O gece belki uyku uyumadı ancak sabaha kadar Özlem’le beraber olduğunun hayalini kurdu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSTENMEYEN
FantasyHızlı adımlarla sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı ve çalıların arasında bir anda koyununu fark etti. Fakat koyunun yanında insana benzeyen ama âdeta geceden daha karanlık bir şey duruyordu. Ne olduğunu anlamak için dalları biraz aralamıştı k...