Doğuma birkaç hafta kalmıştı artık. Uzun süredir kuzeni Sultan’ın yardımıyla dışarıya çıkmadan yaşamaya çalışıyordu. Dayısı bu durumdan epey şüphelenmişti çünkü neredeyse her gün kızı, Özlem’in evine gidiyordu ve Özlem’i epeydir görmüyordu. Bir gün Sultan tekrar Özlem’e gittiğini söyleyerek evden çıktı. Babası da hemen arkasından çıkarak takip etmeye başladı. Özlem’in evine geldiğinde Sultan içeriye girdi ve girmeden etrafı bir kontrol etti. Bu durum babasını daha da şüphelendirdi. Bir süre bekledikten sonra gizlice Özlem’in bahçesine girdi ve evin camından içeriye doğru bakmaya başladı. İçeriden kızının ve Özlem’in sesleri geliyordu fakat henüz birisini bile görmemişti. Tam dönüp gidecekken birden Özlem’in kapının önünden geçtiğini gördü. Gözlerine inanamadı çünkü karnı burnundaydı neredeyse. Doğum yapmak üzere gibiydi. Hemen sinirle kapıya bir tekme vurdu ve kapı açıldı. Özlem’le Sultan henüz ne olduğunu anlayamadan odaya girdi ve bağırmaya başladı. “Birisi hemen bana burada ne olduğunu anlatsın çabuk!” dedi. Sultan korkudan ne diyeceğini şaşırmıştı, Özlem de aynı şekilde dayısına bakıyordu. Biraz durduktan sonra Özlem konuşmaya başladı. Sultan’a anlattıklarının aynısını dayısına da anlattı fakat dayısı, Sultan’la aynı tepkiyi vermedi. “Benimle dalga mı geçiyorsunuz siz? Öyle şey mi olur! Kimden bu çocuk, çabuk bana gerçeği söyle yoksa elimden bir kaza çıkacak!” dedi. Sultan babasının ayaklarına kapandı “N’olur baba Özlem’e inan. O bugüne kadar sana hiç yalan söyledi mi?” dedi. Dayısı ne kadar sinir krizi geçiriyor olsa da bir anlık düşündü ve Özlem’in gerçekten de daha önce hiç yalan söylemediği aklına geldi.
Bir süre odanın içerisinde bir sağa bir sola gittikten sonra Özlem’e döndü ve “Eğer köylü seni bu hâlde görürse seni kovarlar buradan,” dedi. “Hatta sadece seni değil bizi de kovarlar.” Köylü çok cahildi ve bu tarz konularda asla duyarlı değillerdi yani dayısının dediği gibi eğer köylü bu olayı duyarsa çok kötü olacaktı. Uzun bir bekleyişten sonra dayısının aklına bir fikir geldi. Tüm köylüye o gece dağda başka bir köyden bir gencin saldırısına uğradığını ve gencin ona zorla sahip olduğunu söyleyecekti Özlem. Korktuğu için de o ana kadar kimseye bir şey söyleyememişti. Eğer köylü buna inanır ve kabul ederse Özlem suçsuz olacaktı ve herkes ona ve çocuğuna sahip çıkacaktı. Akşam olduğunda dayısı köylünün büyüklerini evinde topladı ve Özlem’i de kimse bir zarar vermesin diye gizlice evine getirmişti. Herkes eve geldikten sonra anlatmaya başladı. Özlem’in başına gelenleri yeni öğrendiğini ve zamanında söylemediği için ona çok kızdığını ama korktuğu için haklı olduğunu söyledi. Köylü iyice kendi aralarında mırıldanmaya başlamıştı. Kimse bu durumu öylece kabul etmek istemiyordu ama dayısı tekrar araya girdi ve “Bu çocuğun kim olduğunu bulmalı ve cezasını kesmeliyiz. Kimse bizim köyümüzün bir kızına böyle bir yanlış yapamaz,” dedi. Az da olsa yumuşamaya başladılar çünkü ne kadar cahil bir toplum da olsalar kendi köylerinden bir genç kıza kimsenin zarar vermesine izin vermezlerdi. Köylülerden biri ayağa kalktı ve “Ağalar Özlem bizim köyümüzün bir kızıdır. Çocuk yaşta ailesini kaybetmiş ve çok sıkıntı yaşamış birisi. Ne olursa olsun o bizim kızımız ve ona sahip çıkmalıyız,” dedi. Bir anda hepsi “Doğru söylüyor, o bizim kızımız. Bunu yapan her kimse bulup cezasını veririz ve kızımıza da sahip çıkarız,” demeye başladı.
Dayısı, Özlem’i odaya çağırdı ve tüm köylü ayağa kalkıp ona arkasında olduklarını ve sahip çıkacaklarını söylediler. Aslında herkes biraz kendini suçluyordu bu konuda. Çünkü o akşam tek başına dağa çıkmasına onlar izin vermişti. Artık korkmadığı için çok rahatlamıştı Özlem. Herkes ona destek oluyordu yani çocuğunu doğurmaktan korkmuyordu. O gece dayısında kaldı ve ertesi gün tekrar evine geçti ama bu sefer her şey çok farklıydı. Köyün kadınları yanına geliyor, her işlerini yapmasında yardımcı oluyorlardı.
Bir süre böyle devam ettikten sonra artık zamanı gelmişti. Bir gece, doğacak çocuğu için kadınların ördüğü elbiselere bakarken sancılar başladı. Bu seferki normal değildi, hissediyordu. Çünkü her zamanki sancıların kat kat fazlasıydı. Zar zor kendisini dışarıya atabildi ve tüm gücüyle bağırmaya başladı. Sesi duyan komşuları hemen koşarak geldi ve köyün ebesine haber gönderdiler. Özlem’i geri eve aldılar ve doğum için gerekli eşyaları hazırlamaya başladılar. Haberi alan Sultan ve babası da hemen Özlem’in evine geldiler. Her şey hazırdı. Köyün erkekleri kapıda bekliyordu. Kadınların bir kısmı da içeride doğum için bekliyorlardı. İki kadın yanlarında ebeyle birlikte içeri girdiler. Özlem çığlıklar içerisindeydi. Çocuk doğmak üzereydi. Ebe hemen Özlem’in yanına geldi ve iyice ıkınmasını söyledi. Elini Özlem’in karnına koyduğunda bir an geri çekildi. Tekrar elini koydu ve âdeta taş kesildi. Kadınlardan birine Özlem’in kıyafetini kaldırmalarını söyledi. Herkes korkuyla ebeye bakıyordu. Özlem’se acılar içerisindeydi. Sultan hiç düşünmeden kıyafeti kaldırdı ve birden çığlık attı. Hayatında böyle bir şey hiç görmemişti.
Özlem’in karnında yıldıza benzer bir sembol vardı fakat bir çizim değildi bu. Vücudu tamamen kesilmişti ama hiç kan akmıyordu. Özlem’in çığlıkları iyice artmıştı artık yapacak bir şey yoktu. Ebe doğuma başladı. Herkes korku içerisindeydi ve kimseden ses çıkmıyordu. O an gelmişti. Ebe, çocuğu Özlem’in karnından almıştı. Bu çok güzel bir erkek çocuğuydu fakat bebekten hiçbir ses gelmiyordu. Gözleri kapalı ve sessizdi. Herkes bebeğin ölü doğduğunu düşündü çünkü hareket dahi etmiyordu. Neredeyse yarı baygın olan Özlem “Neden çocuğum ağlamıyor? Çabuk onu bana verin,” dedi. Ebe, çocuğu Özlem’in kucağına verdi. Herkes korkmuş ve üzülmüş bir şekilde bebeğe bakıyordu. Özlem’se gözleri dolmuş bir şekilde bebeğe sarılıyordu. Bebeği biraz uzaklaştırdı ve âdeta son kezmişçesine uzunca bir baktı. Bir anda bebek gözlerini açtı. Kan kırmızısı gözleri o kadar parlaktı ki sanki içerisinde ateşler yanıyordu. Bebeğin gözlerini görür görmez bütün kadınlar bağırmaya başladı. Ne yapacağını kimse bilmiyordu. Tam o sırada bebek ağlamaya başladı ama bu ağlama sıradan bir ağlama değildi. Ev bir anda sallanmaya başladı. Bebeğin ağlaması arttıkça ev daha da sallanıyordu. Bütün kadınlar evden dışarıya doğru koşmaya başladılar. Köyün erkekleri ise her şeyden habersiz kapıda bekliyorlardı. Can havliyle dışarı çıkan kadınlar bağırmaya başladı. “Kırmızı gözlü, kırmızı gözlü,” diye koşuyorlardı. Herkes olayı eşlerine anlatırken Sultan da babasına olanları anlattı. Bütün köylü evden uzaklaşıyordu hatta çoğu evlerinden çocuklarını alıp diğer köylere doğru yola çıkmıştı. Özlem’se kucağındaki bebeği yaşadığı için dua ediyordu, öpüp kokluyordu oğlunu. Dayısı dâhil kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu. Bir grupsa ellerinde sopalar ve ateşlerle Özlem’in kapısına dayandılar. “Git buradan!” diye bağırıyorlardı. Özlem’se ne yapacağını bilemiyordu ya da nereye gideceğini… O anda aklına babasının ölmeden önce köyden çok uzaklarda, ormanın derinliklerinde yaptığı kulübe geldi. Küçükken babaannesi Özlem’i hep oraya götürür, ona babasını anlatırdı. Kendine gelmesi için sabahı bekledi ve güneş doğar doğmaz yanına aldığı birkaç parça yiyecek ve bir battaniyeyle koyununu da alarak kulübenin yolunu tuttu. Köylü sabah Özlem’in evine geldiğinde o çoktan gitmişti. Kulübeye vardığında hatırladığından daha eski olduğunu fark etti. Âdeta bir harabeyi andırıyordu. Çatısı bile dökülmek üzereydi ama oğlu için bunu yapmalıydı. İçeriyi iyice temizledikten sonra battaniyesini babasının bir zamanlar uyuduğu yerin üzerine serdi ve oğluna bakıp “Ben annemi ve babamı hiç görmedim ama seni asla bırakmayacağım. Annen her zaman yanında olacak,” dedi. Oğluna sarılıp battaniyenin üzerine uzandı ve geri kalan hayatını nasıl yaşayacağını düşünmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSTENMEYEN
FantasyHızlı adımlarla sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı ve çalıların arasında bir anda koyununu fark etti. Fakat koyunun yanında insana benzeyen ama âdeta geceden daha karanlık bir şey duruyordu. Ne olduğunu anlamak için dalları biraz aralamıştı k...