1962 yılında Adıyaman'ın bir köyünde yaşayan ,küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Özlem, babaannesi tarafından büyütülmüştü. Yaşına bakmaksızın evin tüm yükünü üstlenen Özlem, her şeye rağmen hayatı seven, insanlara değer veren birisiydi. Ona sahip çıkan tek kişi olan babaannesi ile birlikte yaşıyordu. Ellerinde sadece uyuyabilecekleri yıkık dökük bir ev ve sütünü sağıp sattıkları, bu sayede para kazandıkları bir tek koyunları vardı. Köylüler bu durumdan pek memnun değillerdi çünkü evde bir erkek olmadan yaşamalarının doğru olmadığına inanıyorlardı. Öyle ki bazıları Özlem’in başka köyden erkeklerle gizli saklı görüştüğü hakkında dedikodular yapmaya başlamıştı. Her konuda Özlem’e destek olan ve sahip çıkan babaannesi bu durumdan ne kadar hoşnut olmasa da gidecek başka hiçbir yerleri olmadığı için bu köyde yaşamaktan başka çareleri olmadığını sürekli söylüyor ve insanların dediklerini ciddiye almaması gerektiği konusunda Özlem’i uyarıyordu. Henüz 18 yaşına yeni basan Özlem’in tüm hayatı bir sabah başına yıkıldı. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra babaannesini uyandırmak için odaya girdiğinde babaannesinin nefes almadığını fark etti. Çığlık çığlığa dışarı koşup yardım istese de komşuları yetişene kadar hayatını çoktan kaybetmişti.
Değer verdiği son insan olan babaannesini de kaybedince artık o mutlu ve hayattan çok şey bekleyen Özlem’den geriye pek de bir şey kalmamıştı. Cenazeyi toprağa verdikten sonra uzun bir süre baş ucunda ağlayarak “Beni asla bırakmayacaktın, neden beni yalnız bıraktın?” diye isyan ediyordu. Köylüler kendi aralarında konuşarak bir çare bulmaya çalışıyorlardı. Dayısının da onayıyla köyün gençlerinden biriyle evlenmesi gerektiği konusunda anlaştılar ve durumu anlatmak için henüz daha babaannesini yeni kaybeden ve ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikri olmayan genç kızın yanına geldiler. Özlem’i mezarın başından alıp dayısının evine götürdüler ve kendi aralarında konuştukları konuyu ona da anlattılar. Henüz acısı taze olmasına rağmen Özlem hiç tereddüt etmeden “Olmaz,” dedi. O güne kadar nasıl yaşadıysa aynı şekilde yaşamaya devam edebileceğini, kimseye ihtiyacı olmadığını söyledi. Köylü ne kadar hoş karşılamasa da bir süreliğine bu fikre saygı duymaları gerektiğine karar verdi ve Özlem’in yapayalnız hayatının ilk saatleri başladı.
Acısını yaşayabilmek için ne kadar istemese de geç olmadan evine dönen Özlem, babaannesinden geriye kalan eşyalara bakmaya başladı. Eşarbını alıp derin bir nefesle kokladıktan sonra camdan, gökyüzüne doğru uzun bir bakış attı. “Eğer beni duyuyorsan söylediğin her şey aklımda ve ömrümün sonuna kadar unutmayacağım,” dedi. Geç saate kadar, yaşadığı güzel anıları hatırlayarak bir daha asla yaşayamayacağı gerçeğini kabul etmeye çalıştı ve babaannesinin eşarbına sarılarak onun yatağında uykuya daldı.
Sabahın ilk saatlerinde çoban, nahırı otlatmaya götürmek için kapıya gelmişti. Özlem tek dostu olan koyununu sürü ile birlikte gitmesi için dışarı çıkardı ve çobana teslim ettikten sonra evine geri döndü. Artık köylünün ona karşı daha dışlayıcı davranacağının farkındaydı çünkü ne olursa olsun o an için evlenmeyi düşünmüyordu. Tüm evi temizledikten sonra köyün bazı yaşlıları başsağlığı için Özlem’in yanına geldiler ve babaannesinin ne kadar iyi birisi olduğu hakkında zaten bildiği şeyleri ona anlattılar. Ne kadar üzgün olsa da yalnız kalmadığı için iyi hissediyordu. Eğer uzun süre yalnız kalırsa kafayı yemekten korkuyordu. Kadınlar tekrar başsağlığı diledikten sonra evlerine döndüler. Özlem de camdan, gökyüzüne bakıp düşüncelere daldı.
Akşam olduğunda sürüdeki koyunların boyunlarında takılı olan çan sesleri bütün köyde duyulmaya başlanmıştı. Koşar adımlarla kapıya inen Özlem koyununun gelmesini bekledi. Tüm koyunlar sanki okuldan dönen öğrenciler gibi kendi evlerine girerken Özlem hâlâ koyununun gelmesini bekliyordu. En son tüm sürü evlerine dağıldığında çoban yanındaki köpeği ile birlikte Özlemlerin kapısından geçiyordu. Meraklı gözlerle çobana doğru giderek koyununun hâlâ eve gelmediğini söyledi. Çobansa şaşkın ve mahcup bir şekilde kayıp bir koyun olduğunun farkında olmadığını söyledi. Özlem’i de yanına alarak köyün büyüklerine durumu anlatmaya giden çoban ne kadar söylese de köylü saatin çok geç olduğunu ve bu saatte bir koyun için kimsenin o dağlara gidemeyeceğini söylediler. Âdeta Özlem’in çaresiz kalıp köylünün sözüne gelmesi ve evlenmesi için uğraşıyor gibilerdi. Koyunun kaybolması, üstüne bir de köylünün bu tavrıyla karşılaşan Özlem sinirden birden bağırarak “Hiçbirinize ihtiyacım yok. Kendi koyunumu kendim bulurum,” diyerek oradan uzaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSTENMEYEN
FantasyHızlı adımlarla sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı ve çalıların arasında bir anda koyununu fark etti. Fakat koyunun yanında insana benzeyen ama âdeta geceden daha karanlık bir şey duruyordu. Ne olduğunu anlamak için dalları biraz aralamıştı k...