İKİNCİ BÖLÜM: "Kaseti Başa Sarmak."

732 99 247
                                    

"Yangın, evlerin damında değil, insanların kafalarının içinde."

- Cinler, Fyodor Dostoyevski

İKİNCİ BÖLÜM

NİSAN, 1992

Güneş, ağaçların arasından kendine yer edinerek yeniden tenine nüfuz ettiğinde elini yukarı kaldırdı kadın. Parmaklarını açarak gözünü kısmasına sebep olan ışıkları gölgeledi ve gözlerini kapatarak bir süre başka bir şey yapmadan öylece durdu. Hiçbir şey düşünmemek zordu ve bu yüzden ne zaman hiçbir şey düşünemeyecek kadar zihninin boş olduğunu öne sürse, beyninin içinde bir yangın başlıyordu. Bittiğini sandığı anda her yanını bir is dumanı sarıyordu.

Şu an ise yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Uzun zaman sonra ilk kez kendini böylesine özgür ve iyi hissediyordu. Bahar gelmiş, etrafını henüz adını dâhi bilmediği çiçekler çevrelemişti. İki mevsim yaşanırdı burada. Herkes tarafından bilinirdi bu. Örneğin sonbahar hiç gelmezdi. Beş ay süren bir kış yaşanıyor diye çok konuşurdu insanlar kendi arasında. Yaşamayan bilmezdi. Ne o sert soğukları ne de havalar ısındığında yaşadıkları o çocuk sevincini...

"Eskiden sıcak havaları sevmezdin."

Duyduğu ince sesle, kadının yüzünde küçük bir gülümseme peyda oldu. Gözlerini açmadan cevap verdi. "Burada değişen çok şey var, küçük."

Aralarında anlaşmalı bir sessizlik süregiderken kadın, derin bir nefes aldı. Eskiden soğuk ve sessiz bir ülkede yaşlanma hayali kurduğu zamanları anımsadı. Bunu daha önce de düşünmüştü. Fakat artık isteğinin yalnızlık olduğundan pek emin değildi.

Küçük, elbisesini düzeltirken, "Birazdan ilaç için gelecekler." dedi. Sesindeki alay rahatlıkla okunuyordu. Gözlerini kadından ayırmadan konuşsa da kadın, ona bir kez bile bakmadı. Küçük ise buna aldırmadan omzunu silkti.

"Haklı olmandan nefret ediyorum."

Kadın, gözlerini açtı ve üzerindeki toprakları silkelemeden kalktı. Hızlı bir hareket olmuştu onun için. Bu yüzden başı bile dönmüştü. Kendini hemen toparladı. Amacı, buradakilerin gözüne girmek veya takdir görmek değildi. Hiçbir zaman da onları mutlu edecek bir şey yapmak niyetinde olmamıştı. Sadece buraya kadar gelip onu kolundan tutarak zorla yukarı çıkarmalarını istemiyordu.

Yürüyüş yolunun kırmızılı-turunculu yoluna girdiğinde, küçük kızın peşinden geldiğini ayak seslerinden duyuyordu. Ayağında yine o aptal, kırmızı parlak ayakkabılarının olduğunu tahmin ediyordu. O ise ayakkabılarını giymemişti. Bakışlarını ayaklarına indirip tenine değen minik taşlara baktı. "Çıplak ayakla gezmenin keyfini bilemezsin," diye mırıldandı arkasındaki küçük kıza doğru. Bunu söylerken hâlinden hoşnuttu.

Küçük kız kıkırdadı. Bir süre yalnızca ayaklarının altında ezilen taşlardan gelen ses, ikisine de eşlik etti. Fakat çok geçmeden küçük, bu sessizliği "İhtiyar adam geliyor." diyerek bozdu.

Genç kadın başını kaldırdığında gerçekten de ihtiyar adamın onlara doğru yürüdüğü fark ettiğinde oflamamak için yanaklarını ısırdı. Adamın kafasında neredeyse saç kalmamıştı. Cildi buruş buruş olmasa da yeterince yaşlı olduğunu ve her sabah üşenmeden özenle tıraş olduğunu duymuştu.

Yanından sessizce geçip gidebileceğini düşünürken yaşlı adam birden onun kolunu tutmuş ve üzerindeki bol, ince elbisenin kollarını yukarı sıyırıp "Saat kaç?" diye sormuştu. Kadın, adama ters bir bakış atarken kolunu elinden çekip kurtardı. Sürekli bunu yapması can sıkıcıydı.

ÇIKMAZ SOKAK | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin