Çetin savaşın izleri gökyüzüne kadar uzanıyordu. Yanan ve harabeye dönen evlerden yükselen kara duman tüm meydanın üstüne ölüm gibi çöküyor mahşeri andıran kızıl toprakla bütünleşiyordu. Cesetlerden yükselen kan kokusu tüm duyuları ele geçirecek kadar keskindi. Bu cehennem görüntüsüne rağmen ölümün kol gezdiği savaş meydanın da zafer çığlıkları atılıyordu. Vücutları düşmanlarının kanıyla kaplı askerler kızıl kılıçlarını kara göğe yükseltiyor imparatorun şanlı adını haykırıyorlardı. Tüm bu kutlamaya nazaran bir kişinin kafası eğikti ve önündeki ölü düşman askerine bakıyordu. Oldukça genç gözüken askerin gözleri donuktu ve suçlarcasına bir ifade barındırıyordu.
Elleri kraliyet armasının işlendiği altın kulpu daha da sıkı tuttu. Terden ve kirden koyulaşan kızıl saçları dağınıktı. Yer yer kan olan beyaz yüzü ifadesiz ama koyulaşan açık kahve gözleri acı doluydu. Kulaklarını tıkamak kanlı zaferin naralarını duymak istemiyordu. Gözerini kapattı ve arkasını döndü. Yürümeye başladı. Omuzları her adımda ağırlaşıyor ayakları zemine daha çok gömülüyordu. Savaşın her türlü yönünden tiksiniyor buna ortak olduğu için kendinden nefret ediyordu. Başkent Solorus'a döndüğünde mevkiinden istifa edecek ve ölümün aracı olmaktan çıkacaktı. Omuzlarına, bacaklarına dolanan onu mezara götürecek olan ölü ellerden kurtulmayı çok önce bırakmıştı. Günahlarının bedelinin canıyla ödeyeceğini biliyordu. Artık ölümün yaveri değil avıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇKİN KRALİÇE
Historical FictionGözleri soluk beyaz tende ve rengini yitiren kızıl saçlarda dolandı. Zayıf bedeni göğsüne çekerken gözyaşları haykırışlarıyla karıştı ve geçtiği her yeri yaktı. İmparatorluğu huzurlu bir güne uyandırmış olsa da kendi sonsuz bir karanlığa ve acıya gö...