Arnold Valentine bir kez daha gözlerini ovuşturdu. Bu işe yaramamış aksine baş ağrısını daha da çekilmez hale getirmişti. Uykusuz geçirdiği günlere bir gün daha eklenmiş, bu acil durumlara bir türlü alışamamıştı. Beş yıldır veliaht prensin yaverliğini yapıyor olsa bile hala ilk gün ki gibi yoğun bir baskı altındaydı ve uyuduğu 2 – 3 saat dışında tüm zamanını imzalar, toplantılar ve pek çok ıvır zıvırla geçiriyordu. En son ne zaman at sürdüğünü bırakın onu, ne zaman dışarı çıktığını bile unutmuştu. Derin bir iç çekerek kucağından düşmek üzere olan pek çok belgeyi düzenledi.
Kapıyı her zaman ki çalarak odaya girdi. Prens Alastair, masa da oturmuş ve çatık kaşlarla önündeki tek kağıdı inceliyordu.
"Hala onu mu düşünüyorsunuz?" dedi istemsizce konuşarak. Alastair düşünceli bakışlarını kaldırarak yaverine baktı. Genç yüzü ifadesiz, bakışları dalgındı.
"Ah abimi bilirsin Arnold. Bir şey onun kontrolünden çıksın deliye döner" dedi alaycı bir ses yanından. İkinci Prens Alaric kırmızı koltuğa uzanmış elindeki kitaptan gözlerini çekmeden konuşmuştu. Kitaptan yüzünü göremese de muzip bir ifade barındırdığını az çok tahmin edebiliyordu Valentine.
Prens Alaric, Alastair'in tam tersi diyebilirdiniz. Yüzleri, boyları benzese de gözleri ve kişilikleri tamamen farklıydı. Alaric her zaman eğlenceye düşkünlüğüyle bilinirdi. Alaycı, vurdumduymaz tavırları hem asiller hem saray halkı tarafından büyük bir ayıplanmayla karşılansa da sosyete de eğlenceleriyle meşhurdu. Bu durum elbette imparatorun hiç hoşuna gitmiyor, onu zoraki eğitimlere tabi tutuyordu ama Alaric her defasında daha değişik fikirlerle çıkageliyor ve aç asillerin çarpık zevklerine ön ayak oluyordu.
Onu zararsız ve taht yolunda bir engel olarak görmeseler de Arnold için Alaric tamamen bir muammaydı. Bazen o kızıl gözlerde öyle bir bakış görüyordu ki tüyleri diken diken oluyordu. Sınırı olmayan aç bir kurt görüyordu sanki. Deliliğin emarelerini... Elbette bu yüzden onun yanında her zaman temkinliydi. İçgüdüleri onu her gördüğünde kuyruğunu kabartan bir kedi gibi temkinli ve saldırmaya hazırdı.
"Bir kadın olduğuna eminim Arnold ama kim?" dedi Alastair öne doğru eğilirken. "Asillerden biri olabileceği ihtimali düşük." Kaşlarını daha da çattı. "Hızlı, atik ve sağlam kılıç becerileri." Uzun parmakları çenesine vurmaya başladı. "Ayrıca haberleşme detaylarına hakim biri." Diyerek kağıdı arnold'a doğru sürdü. "Bunun bana nasıl iletildiğini biliyorsun. Sadece çok gizli haberleşmeleri yaptığım kanal araçlığıyla gönderildi. Kelime seçimleri ise kısa ama benim anlayacağım kadar detaylı." Derin bir nefes aldı ve yerinden doğruldu. Pencerenin kenarında durarak bahçeyi seyretmeye koyuldu.
"O küçük hançerle nasıl karşı koyduğunu görmeliydin. Sanki tüm bunları pek çok kez yapmış gibiydi" dedi dalgın dalgın. O an Arnold onunla konuşmadığını anladı. Kendi düşüncelerini somut bir varlığa dökmüş onunla tartışıyordu. Sonra bir an da vücudunun gerildiğini gözlemledi Arnold. Bahçede gördüğü bir şey onun kaşlarını çatmasına, gözlerini merakla kısmasına yol açmıştı. Pencereye yaklaşarak onu bu denli rahatsız ettiren şeyin ne olduğuna bakmaya çalıştı.
"Arnold" dedi keskin bir ses. "Onu araştırmanı istiyorum. Bana bulabildiğin tüm bilgileri getir."
Bahçeden sarayın çıkışına doğru yürüyorlardı. Kızıl Ay'ın başkomutanı Sör Adrian ile daha önce gözünü bir yerden ısıran bir kadın. Kızıl Ay'ın üniformasını giyiyordu. Kızıl saçları sıkı bir topuzla geriye toplanmış, ifadesiz güzel yüzü ortaya çıkmıştı. Teni kanı çekilmişçesine bembeyaz görünüyordu. Sırtı dik, komutanın 3 adım gerisinden gelen adımları sertti. Sonra ondaki asıl yorgunluğu fark etti Arnold. Gözlerinin altı kendi gibi uykusuzluktan morarmıştı. Sanki yoğun bir stres altındaymış gibi uzun vücudu gergindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇKİN KRALİÇE
Ficção HistóricaGözleri soluk beyaz tende ve rengini yitiren kızıl saçlarda dolandı. Zayıf bedeni göğsüne çekerken gözyaşları haykırışlarıyla karıştı ve geçtiği her yeri yaktı. İmparatorluğu huzurlu bir güne uyandırmış olsa da kendi sonsuz bir karanlığa ve acıya gö...