Bölük 1'in eğitimleri askeriye de ölüm talimi olarak biliniyordu çünkü günün sonunda yorgunluktan bitap düşen askerlerin gözünün feri söner, uzandıkları yerden kaldırılamazlardı. Çoğu bu durumdan şikayetçi, kendilerinin de diğer bölükler gibi 'insani' antrenmanlar yapmaları gerektiğinde hem fikirdiler. Lakin kimse bunu Üsteğmen Reanna'ya bırakın söylemeyi, ağızlarını bile açamıyorlardı. O alana geldiği an da tüm konuşmalar bıçak gibi kesiliyor, askerler anında nizama geçip selam duruyorlardı.
Üsteğmenin her daim kaşları çatık, yüzü gergindi. Sert emirler dışında ağzını açmazdı ve kesinlikle laubaliliğe tahammülü yoktu. Her zaman sıkı bir şekilde topladığı saçlarını bir kere bile dağınık göremezdiniz. Üniforması her daim temiz ve kırışıksızdı. Disiplinli, düzenli ve temiz olduğundan askerlerinin de kendi gibi olmasına dikkat ederdi. Bölük her daim temiz üniformalarını tam takır giyer, eğitime tam vaktinde gelir ve yatakhanelerine kadar düzen içinde olurlardı. Eğer bunlardan birini bile aksatırlarsa başlarına geleceklerini çok uzun zaman önce öğrenmişlerdi.
Eğitimin ilk zamanlarında bir grup asker Üsteğmene karşı çıkma gafletinde bulunmuşlardı. Askeriye de emirlere karşı çıkmak affedilemezdi. En iyi ihtimal de bile kendinizi atların dışkısını temizlerken bulurdunuz. Ama üsteğmen onları direkt cezalandırmak yerine herkesi şaşırtarak antrenmanı durdurmuş ve herkese dinlenmesini söyleyerek alanı boşalttırmıştı. Sahanın ortasına yürüyerek ona karşı çıkan askerlere hitaben sert bir sesle "Eğer içinizden biri bile kılıcımı düşürürse eğitiminizi tekrar gözden geçireceğim ama" diyerek uzun, ağır kılıcını çekti. "Ben galip gelirsem emirlerimi sorgusuz yerine getireceksiniz." Demişti.
Şimdi tüm bölük pür dikkat komutanlarına ve beş ere odaklanmıştı. Askerler kararsız ve çekingen görünüyor olsalar da denemeye karar vermiş olacaklar ki beşi birden üsteğmenin etrafını sarmışlardı. Hepsi aynı an da harekete geçerken, saha da çıt çıkmamış askerler bir anını bile kaçırmamak için göz bile kırpmamışlardı.
Bu komutanlarının ciddi bir şekilde savaşırken gördükleri ilk andı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki rakibi ne olduğunu anlayamadan kılıcı uçmuş oluyor ve kendini yerde buluyordu. Eğiliyor, zıplıyor, yumruklarını ve tekmelerini kullanıyordu. Kılıcı bir uzvuydu adeta. Öyle ki kılıçların ucu bile ona değemeden büyük bir güçle savuşturuluyorlardı. Son kılıçta fırladığında ayakta tek bir kişi kalmıştı ve yorgunluğun ufak bir emaresi bile yoktu. Kılıcı korku dolu bakışlarla bakan askerin boynundaydı ve ufak kesikten kan sızmıştı.
"Eğer savaş meydanında olsaydınız hepiniz ölmüştünüz" demişti yüksek keskin bir sesle. Gözleri, nahoş bir şeylerin hatıralarıyla dalgınlaşmış, gittikçe öfkelenen yüzü vahşileşmişti. Sert sesi gümbür gümbür yayılarak tüm alanı inletmişti. "Savaşta dinlenmek, uyumak yoktur. Tek birinizin hatası tüm bölüğü öldürür. Savaş kana açtır ve ilk avladığı" Tekrar önündeki askere dönerek gözlerinin içine bakmıştı "Güçsüzlerdir."
Caleb, o günden sonra hiçbir askerin ona karşı çıkmadığını arkasından bile tek kötü sözün söylenmediğini görmüştü. En azından çoğu ona saygı duyuyordu. Caleb, ise saygının yanında korku karışımı hayranlık besliyordu. Şimdi ise karşısında hazır ol da dururken tedirginliğini saklamaya çalıştı. Çalışma odasında yalnızdılar ve üsteğmen yığınla dolu olan belgeleri birbirinden ayırmakla meşguldü. Kısa süre de işini bitirip ona bakınca Caleb bakışlarını yere dikti.
"O askerler artık seni rahatsız edemeyecekler" dedi düz bir sesle. Gerçi sonrasında kendi kendine mırıldanarak 'tek seni değil kimseyi' dediğini de duydu sanki. "Askeriye de itaatsizliğe yer yoktur ve onlarda bunu ordudan atılarak ödediler" yine 'birkaç uzuv eksikliği ile beraber' dediğini duydu. Şaşırsa mı teşekkür mü etse bilemiyordu. En son selam durarak saygısını sundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇKİN KRALİÇE
Исторические романыGözleri soluk beyaz tende ve rengini yitiren kızıl saçlarda dolandı. Zayıf bedeni göğsüne çekerken gözyaşları haykırışlarıyla karıştı ve geçtiği her yeri yaktı. İmparatorluğu huzurlu bir güne uyandırmış olsa da kendi sonsuz bir karanlığa ve acıya gö...