-33-
"Bir... İki... Üç..."
"Kahretsin!" diye tısladı kısılan sesiyle... O yağmurun altında durmasının bedelini hasta olarak ödeyeceğini biliyordu Eylül... İkl gündür okula gitmemişti ve gitmek de istemiyordu... Günün çoğunluğunu babaannesinde geçiren genç kız eve gitmek dahi istemiyordu ancak artık burada kalamayacağının da farkındaydı.
Kar,ne kadar çok yağarsa yağsın evine gidecek ve babasına bakacaktı. Son bir gayretle sıcak yatağından çıktığında titremesi geri geldi ve gözlerini kapatarak hapşurdu. Burnunu çektiğinde birbirine giren saçlarını eliyle düzeltti ve odasından çıkarak içeride sobanın yanında örgü ören babaannesinin yanına gitti.
Çıtır çıtır kömürlerin yandığı sobanın yanına kurulan yaşlı kadın,elindeki yün örgü ile hırka örüyor diğer yandan da televizyona bakıyordu.
Eylül "ben eve gidiyorum."dediğinde ona dönmeden "Olmaz."dediğinde Eylül "Ama ben gidiyorum!"dedi huysuz bir şekilde.
Babaannesi ona bakarak "Hastasın ama yavrum. Eve gidene kadar bir posta daha üşütürsün."dediğinde Eylül çoktan arkasını dönmüş gidiyordu bile. Yaşlı kadın,torununun ardından ayağa kalkıp onu sıkıca sardıktan sonra eline dün akşam yapmış olduğu mısır ekmeğini verdi ve "Evde çayla yersin."diyerek Eylül'ün yanaklarından öptü.
Eylül ona bakarak "Herşey düzelecek mi sence?"diye sorduğunda yaşlı kadın "Sen hep babanın yanında olur,ona destek olursan elbette herşey düzelir. Ama önce iyileş benim güzel gözlüm."dedi.
Eylül,içini çekerek kapıyı açtığında tipi ile karşılaştı ve irkilerek dışarı adımını attı. Başını yere eğmiş ellerini ceplerine sokmuş bir halde tipi fırtnasının altndan geçmeye çalışırken dışarda yaşayanlara allah sabır versin diye geçirdi içinden.
Bir saat sonra evinin önüne geldiğinde donan parmaklarını güçlükle kımıldattı ve anahtarları çıkararak,kapıyı açıp içeri girdi. Ev, bıraktığı gibiydi. Her şey yerli yerinde duruyordu. Mantosunu çıkarıp,elindeki poşeti mutfağa bırakmak için yürüdüğü sırada kulağına gelen sesle başını kaldırdı. Merdivenlerden gelen sese doğru yürümeye başladığında usul usul yürüyordu neyle karşılaşacağını bilmeden.
Odasının önüne geldiğinde, işaret parmağı ile kapıyı iteledi yavaşça ve gördüğü manzara karşısında neye uğradığını şaşırdı. Annesi,ona sormadan eşyalarını bavula tıkıştıryor diğer yandan telefonda ablası ile konuşuyordu.
Kaşlarını çatarak "Ne?"diye söylendiğinde annesi ona döndü ve "Eylül!"dedi şaşırarak.
İçeri adımını atan Eylül,annesine bakarak "Ne yapıyorsun sen?"dedi.
Fikret hanım "Ben seni sonra ararım abla."diyerek telefonunu kapadığında kaşlarını bilmiş bir ifadeyle havaya kaldırdı ve Eylül'e bakarak "Yeni evimize taşınıyoruz. Ben de hazır sen babaannendeyken,eşyalarını toplayayım dedim."dedi.
Eylül "bana sormadan mı?"
Fikret Hanım "Gerek olduğunu sanmıyorum küçük hanım!"dediğinde Eylül annesine doğru bir adım attı ve "Babamı bırakıp gitmek isteyen sensin! Ondan ayrılmak isteyen de! Ben onunla kalmak istiyorum beni anladın mı ? Seninle değil! Ver şunları!"diyerek elinden kazağını çekiştirip aldı ve annesini itekleyerek odadan dışarı çıkardı.
Koridora çıktıklarında Eylül,annesine bakarak "Mutluydunuz. Ben de mutluydum sen her ne kadar benimle ilgilenmiyor olsanda!" dediğinde annesi "Bunu nasıl söylersin! Nankörlük ediyorsun! Seni büyüttüm,baktım,bir ihtiyacın olmasın diye ne istediysen aldım!"diye bağırdığında Eylül "Para herşeyi satın almıyor ama.."dedi dudaklarını büzerek..
Ateşi vardı ve bedeni çok ağır geliyordu kendisine. Tek istediği huzurdu ve annesinin yeniden babası ile barışması ama olmuyordu ve annesi ona baktığını söyleyerek onu kandırmaya çalışıyordu. Halbuki annesi ona hiç bakmamıştı ki! Yanında bile olmamıştı!
Sinirle gözlerini kapadığında gözleri cayır cayır yanmaya başladı. Düşecekti neredeyse. Annesi "Nankörsün sen! Babanda sen de nankörsünüz!"diye bağırdığında merdivenlerden aşağı iniyordu. Eylül,duvara tutunarak öksürmeye başladığında nefes alamadığını hissetti.
Eylül "anne.." diye kısılan sesi ile annesine seslendiğinde fikret hanım "bu sefer bu şımarıklığına göz yumacağım."dedi ve paltosunu alarak evden çıkıp gitti.
Eylül,merdivenlerin başına geldiğinde basamağın hemen altında olan telefona doğru yürümek istedi ama öksürmekten başka,hiçbir şey yapamıyordu. Boğazı deli gibi batıyor ve nefes almasını engelliyordu. Ağlayarak "Babaaaaaaaaaaaaaaa!"diye çığlık attığında sesini duyan kimse olmadı. Yavaş yavaş ayağa kalkıp,merdivenlerden inmeye çalıştığında bir an... Sadece bir an gözleri karardı ve kendisini merdivenlerden aşağı yuvarlanırken buldu.
Başını merdivenin tırabzanlarına çarpan Eylül,bilinci kapalı bir halde yerde öylece yatarken ölüm ile hayat arasında gidip geliyordu şimdi.
****
Doruk,eve geldiğinde oldukça sessizdi. Bütün gün kar topu oynamış ve her yeri ıslanmıştı. Titreyerek üzerini çıkardığında iki gün önce Derin ile olanları düşünüyordu. Babasına söylediğinde Dağhan "Sen bilirisin."demiş ve onu düşünceleri ile iç içe bırakmıştı.
Sıcak suyun altına girip,uyuşan bedenini yeniden hayata döndürdüğü sırada kapının zili çaldı. Alelacele banyodan çıkıp,kurulan genç adam,beline geçirdiği pijaması ile yarı çıplak aşağıya indi ve onu gördü.
Kaşlarını çatarak "Burada ne işin var?"dediğinde Derin "Konuşmamız gerek."dedi.
Doruk "olur."diyerek aşağı indiğinde genç kıza oturması için yer gösterdi ve kendisi de karşısına oturarak "Seni dinliyorum."dedi.
Bu ikisinin ilk defa yüz yüze ve ciddi ciddi konuşması olacaktı. Onun için en az Derin kadar Doruk da bu durum için şaşkın ve ne diyeceğini bilemez haldeydi.
Derin "Geçen sabah,öyle davrandığım için üzgünüm. Sadece biraz gergindim ve bunu etrafımdakilere yansıttım kusura bakma."dediğinde sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Doruk,başını sallayarak "Hı hı."dediğinde kıza baktı ve "Önemli değil."dedi.
Derin "Önemli. Beni öptün!"
Doruk "Ve? Sen de beni öptün."
Derin "Beni öpen sendin!"
Doruk "Sonradan bana karşılık veren de sendin!"dediğinde kızın gözlerine baktı. Arzu ve nefret karışımı bir hisle bakıyordu kendisine ve bu her neyse onu kendisine getiriyordu. Derin,Doruk'un dediklerinden sonra eliyle şakaklarını ovaladı ve "Levent ile uzun zamandır birlikteyim ben. Gözümü ilk onunla açtım ve ölürken de onunla kapayacağımı biliyorum."dediğinde Doruk "Bunun benimle ne ilgisi var?"dedi.
Derin "Hayatıma girip,sınırları ihlal ediyorsun ve aklım karıştıryorsun. Küçük ve önemsiz dediğin o öpücükler benim olduğu kadar senin hayatın ve geleceğin içinde tehlikeli Doruk Pehlivan!"dediğinde ayağa kalkmıştı genç kız.
Doruk ona bakarak "Beni tehdit mi ediyorsun?"dedi gözlerini kısarak.
Derin "İstediğin gibi anla."dedi.
Şimdi ayağa kalkan Doruk'tu. Burun buruna geldiklerinde şimdi meydan okuma sırası Doruk'taydı.
Doruk "Saçma sapan şeylerle beni tehdit etme lütfen. Bir itibarım ve bir ismim var. Ve bu iki özelliğim güzelim..."dedi kızın beline elini koyarken "Seni bile ezer geçer! Kendini fazla önemseme! Kurmuş olduğun duvarlarını yerle bir edecek güçte biri var karşında ve eğer bir daha karşıma geçip..."dudaklarını kulağına yaklaştırdı "beni tehdit edecek olursan sana o sınırların nasıl yerle bir edildiğini gösteririm. Bir saniyede bitersin!"dediğinde geri çekilip kıza baktı.
Bir tarafta buz gibi camdan bakışlar vardı,buz tutan mavi renkli bilyeler misali gibi... Diğer yanda ise en az amazonun yeşilleri kadar belirgin ve vahşi bakışlar vardı... İkisinin çarpışması da en az bakışları kadar güzeldi...
Derin,arkasını dönüp giderken Doruk ona baktı ve ardından "Yine geleceksin!"dedi...
Odasına çıktığında komodinin üzerinde duran yeşil tokayı eline aldı ve gülümsedi. Dudaklarından "Bade..."ismi döküldüğünde tokayı alnına götürüp,gözlerini kapadı ve "Seni baş belası... Sınırları ihlal ediyorsun..."diyerek kendisini yatağa bıraktı...
-bölüm sonu-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU (ESMER SERİSİ-4)
Novela JuvenilDoruk Pehlivan, İstanbul'dan Bursa'ya gelirken hayatında yepyeni bir sayfa açılacağını düşünür. Burada tanışacağı insanların tüm hayatını etkileyeceğinden habersizdir. İnandığı tüm değerler bir bir yok olurken, sevdiklerini ve kendisini hayatta tuta...