Bölüm 69

118 22 0
                                    


Bölüm Müziği : Gladyatör Soundtrack: Earth 


"Bırakın beni!" son bir saattir Derin Kohen'in söylemiş olduğu tek şey buydu.

"Bırakın beni!"

Kenan Altuğlu,kendisine ilaç verip tüm yaşananları izletip her şeyin onun suçu olmasını sağladığında genç kız için yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor ve sürekli kanıyordu. Sinirleri o kadar boştu ki artık dayanamayacağını onu ayakta tutanın bedenine verilen ilaçtan başka bir şey olmadığını anlaması çok uzun sürmemişti. Başı o kadar çok ağrıyordu ki birisi sanki içinde davul çalmakla kalmıyor çivi çakıyor gibiydi. Tek hatırladığı Ahmet'in öldüğüydü. Ellerinden bağlı bir şekilde karanlık odada tutulurken birden her yer aydınlanıverdi ve içeriye yaralı olarak giren Kenan Altuğlu ile göz göze geldi.

Ondan tiksindiğini her hareketiyle belli eden genç kız adama küfürler savurduğunda Kenan Altuğlu'nun "Nefha'mı sonunda aldım!"demesi üzerine gözlerini iri iri açtı ve "Öyle biri yok! Bunu sen de biliyorsun! Biliyorsun!"diye bağırdı.

Başını arkaya atarak atmış olduğu kahkaha küf kokan odada duvarlara çarpıp Derin'in kulaklarında yankılandığında Kenan Altuğlu,kızın çenesini kavrayıp dudaklarını ısırdı. Diliyle kızın yüzüne daireler çizerken Derin sinirden çıldırmak üzereydi. Eğer elleri ve ayakları bağlı olmuş olmasaydı onu çoktan öldürmüştü.

Adamın iğrenç nefesi yüzüne vururken kulaklarına doğru "Seninde benim yatağımı süslemeni istiyorum küçük Kraliçe... Bedeninin tadına varmak istiyorum..."diye fısıldadığında Derin onun dudaklarını adamı bağırtacak kadar ısırdı ve ellerinden kuvvet alarak adama tekme attı. Adamın karnındaki yara açılıp kanamaya başlayınca gülümseyen genç kız kibirli bir ifade ile "Anlaşılan o ki; Kılıç Bey seni fena benzetmiş."dedi.

Kenan Altuğlu,ezilmişliğinin altında ona bakarken kaşlarını çattı ve doğrulmaya çalışarak cebinden çıkardığı küçük fotoğrafları kızın görebilmesi için uzatarak "Erdem'i mi seviyordun sen? Al bak! Ona ne yaptığıma bak benim küçük aşkım!"dedi gülerek.

Derin,kalbi göğüs kafesinden dışarı fırlayacakmış gibi atmaya başladığında genç kızın önce kaşları çatıldı. Daha sonra titreyerek "Hayır! Hayır!"diye bağırmaya başladığında Kenana Altuğlu tüm siyahlığı ile gülmeye başladı ve "Zavallı genç adam. Çok acı çekti ölürken."dediğinde Derin içeriye giren beyaz önlüklü adamlara bakıp bakışlarını yeniden Kenan'ın gözlerinin içine odakladı ve "Elbet bana yaptıklarını kendim yeniden hatırlayacağım ve elbet tüm bu yaptıklarının bedelini sana ödeteceğim! Sana ve Osman Kohen'e! Tüm soyunu yok edeceğim!"dediğinde boynundan aldığı darbelerle çoktan uyuşmaya başlamıştı bile.

Kenan Altuğlu,kızın gevşeyip yere düşen bedeninin başına gittiğinde bir eliyle kızın yüzüne dokundu. Hafif bir tebessüm yüzünü kapladığında diliyle dudaklarını ıslattı ve "Tüm bu şeyler sona erdiğinde senin de hayatına son verilecek küçük Kraliçe."dedi ve ayağa kalkıp odadan çıktı.
Halen, İstanbul'daydılar. Etraflarını saran adamların gölgelerinden rahatsız olan adamları huysuzluk içinde oldukları yerde debelenirken uyanmakta olan genç kızın odasına doğru yürümeye başladı. Büyük odanın kapısını gıcırdatarak açtığında kızın yatağında uyuyan görüntüsüne baktı bir süre.

Yeniden gülümsediğinde bir elini kızın ipek yumuşaklığındaki teninin üzerinde gezdirmeye başladı. Yüzüne yapışan saçları parmağının ucuyla geriye atıp,dudaklarını okşadığında kızın göz kapakları aralandı ve kırpıştırarak kendisine baktı. Öylesine dolu öylesine yoğun bakıyordu ki Kenan Altuğlu,o an oracıkta öleceğini sandı. Bu küçük kızın bir servet değerinde olmasının yanı sıra tamamen kendisinin olmasını istiyordu artık. Nefes,yataktan fırlayarak çıktığında üzerinde hiçbir şey olmadığını anladı ve odanın camının perdesinin arkasına saklanarak kendisine doğru yaklaşmakta olan adamdan korunmaya çalıştı.

Kenan Altuğlu "Benden korkma."dediğinde Nefes'in kalp atışları hızlanmaya başlamıştı. Neredeydi? Ağrıları hemen hemen geçmişti ama ayağındaki ağrılar canını yakıyordu. Başını yere eğip sargılı ayak bileklerine baktığında Kenan'ın uzatmış olduğu elinin altından kurtuldu ve yatağın üzerinden atlayarak bedenini çarşafa sardı. Kenan Altuğlu,onun bu halini yunan mitolojisinde ki Athena'ya benzetti. Güçlü ve otoriter.

"Bırak beni."diye konuştuğunda Kenan Altuğlu "Sende bir kolye var Nefha. Onu bana ver"dedi. Nefes,duyduğu isimle gözlerini kırpıştırarak Kenan'a baktığında gülümsedi ve başını sallayarak "Ben Nefha değilim."dedi.

"Adım Nefes! Beni anladın mı? nefes! Nefha değilim ben!"dediğinde Gabra'nın kendisine Nefha dediğini hatırladı birden. Gözlerini yerde dolaştırıp yeniden Kenan'a baktığında "Ben Nefha değilim. Bırak beni!"diye yeniden bağırdı.

Kenan elini uzatarak "Bana kolyeyi ver Nefha."dediğinde genç kız "Ne kolyesinden bahsediyorsun sen gerizekalı!"diye bağırdı.

Kenan Altuğlu, sabrının sonlarına yaklaşmak üzereydi. Sesini kontrol altında tutmaya çalışarak "Çölün kalbi. Kolyenin adı ve şekli tam olarak bu. Senin boynundaydı. Biliyorum."dediğinde Nefes'in eli boynuna kaydı ve Kenan'a bakarak kolyeyi ne yaptığını hatırladı.

Kibirli bir tavırla "Neden bahsettiğini anlamıyorum."dediğinde yüzünde patlayan tokatla yere savruldu. Yüzünü dönmeden kısılan gözleri ile kapıya baktığında bir adım atmak istedi ama Kenan saçlarından tutup gitmesine izin vermedi. Nefes,hiçbir çırpınma belirtisi göstermedi. Kenan,bunun üzerine "İşte böyle benim güzel Nefha'm. Uslu durursan seninle iyi geçiniriz."dediğinde Nefes ona tepeden bir bakış attı ve "Abimler buraya geldiği zaman senin iyi geçinebileceğin bir dilin bile olmayacak!"dedi ve adamın yüzüne tükürdü.

Kenan Altuğlu,tutup onu şiddetle yere fırlattığında genç kız kafasını kaloriferin demirine çarptı ve acı ile inledi. Kenan Altuğlu "Burada olmana neden olan kişiler kimler biliyor musun Nefha?"diye sorduğunda Nefes eliyle başından akan kanı durdurmaya çalışıyordu. Öfke dolu bakışlarıyla Kenan'a baktığında adam "Ailen. Ama seni bana getiren kişi ise Bade Kohen'den başkası değil. Kolye ona ait. Ağabeyleri sırf onu korumak için babama senin adını verdiklerinde senin kaderin çoktan yazılmıştı. Şimdi bana kolyeyi verirsen ben de onu sahibine veririm"dedi.
Nefes, bir süre düşündükten sonra bunun mantıklı olduğuna kanaat getirdi. Düşünceli bir ifade Kenan'a bakarak "Öyle bile olmuş olsa, Bade'nin hiçbir suçu yok!"dedi.

Kenan Altuğlu "Bana o kolyeyi ver seni küçük fahişe!"diye bağırdığında Nefes güldü ve "Cehennemi seviyorsan oraya gidebilirsin arkadaşım ama kolye var ya işte sen onu unut!"dediğinde gözlerini iri iri açmıştı.

Kenan Altuğlu, gözlerini iri iri açarak "Öyle mi? Peki, bunu sen istedin!"diyerek kemerini belinden çekip çıkardı ve elinde katlayarak Nefes'e doğru yaklaşmaya başladı. Genç kız, hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladığında havaya kalkan el karşısında gözlerini kapatmadı ve üzerine inen her kemer darbesinde nefret dolu bakışlarını daha da yoğunlaştırdı Kenan'ın üstünde. Sonunda etleri şişip artık bir şey hissedemeyecek hale geldiğinde olduğu yere yığıldı. Kenan, ona hırsını alamayan gözlerle bakmaya devam ederken kızın saçlarından kavradı ve baygın olarak yatan genç kızı sürükleyerek odadan dışarı çıkardı. Aşağıda nöbet tutmakta olan adamlarına seslendiğinde merdivenlerin başında beliren Kenan Altuğlu "O sizin! Kolyeyi ondan alana kadar ona istediğinizi yapabilirsiniz! Tek bir şey hariç!"dediğinde kızı merdivenlerden aşağıya attı ve arkasını dönmeden önce "Osman Kohen, onun Nefha olduğunu öğrenmeyecek! Eğer ondan buna dair tek bir şey diyecek olursam beni yormadan kendinizi öldürün!"dedi ve kızın adamları tarafından kucağa alınarak soğuk odalardan birine taşınmasını izledi nefretle.

****
Çocuklar hastane gibi bir yerde özel odalarda tedavi görürlerken Dağhan elinde telefonla Demir'den Erdem'in durumu hakkında bilgi alıyordu. Mikail Altuğlu eğer geç kalmış olsaydı Erdem ve Emine Mudurnu'nun öleceğini söylediğinde Mikail Altuğlu'nun yaralandığını ama buna rağmen İstanbul'a doğru geldiğini söyledi.

Dağhan,hemşirenin omzuna dikiş atma işini bitirdikten sonra kendisini ve kocasını izleyen Talu'ya baktı ve "Dinlenmen gerek Talu."dedi.

Talu Hanım,ağlamaktan kızaran gözlerini arkadaşına dikerek "Böyle iyi."dediğinde Altuğ "O haklı canım."dedi. Talu,çatmış olduğu kaşlarının arasından karşısındaki devlere bakarken hemşirelerin Doruk'un odasına doğru koştuğunu gördü ve onlarla beraber koşmaya başladı. "Ne oluyor? Biri bana da söylesin? Ne oluyor?"diye bağırdığında doktorlardan biri "Senem'in durumu iyi. Şimdilik uyutuyoruz. Anıl'ın iki bacağı da kırık,alçıya alındı ama vücudunda birkaç doku zedelenmesinden başka bir şey yok"dediğinde Mehir burnunu çekerek "Ya Poyraz?"diye sordu.

Doktoru "Genç adamın bünyesi çok kuvvetli ancak karnına almış bıçak darbesi yüzünden çok kan kaybetmiş."dediğinde Altuğ "Herhangi bir sorunu..."diye soramadan gözleri kararan Altuğ,Talu'nun hıçkırması ile kendisini toparladı ve doktoru dinledi.

"Bıçak çok derine girmediğinden iç organlarında herhangi bir durum söz konusu değil. Ancak yine de bir müddet solunum cihazında tutulmasında yarar var."dedi.

Ayvaz arkadan gelerek "Neden tek tek anlatıyosunuz? Hepsinin durumlarını açıklasanıza!"diye bağırdı.

Aktan "Ayvaz."diye söylendiğinde Ayvaz "Doruk iyi mi? Yaşayacak mı?"diye sordu. Odadan çıkan doktorlar ailesine baktığında içlerini çektiler ve "Durum pek iç açıcı değil. Kollarındaki küçük kesikler pansuman edildi ancak kalbinin yanına almış olduğu bıçak darbesi ile nakil olan kalbin durumu tehlikede gibi gözüküyor. Şimdilik durumu kritik. Uyanmasını bekleyeceğiz."dediğinde Talu elleriyle ağzını kapatarak ağlamaya başladı. Arkasını döndüğünde camdan bir odanın içine hapsolan oğlunun vücuduna baktı. Her yeri sargı içindeydi. Yüzü, kolları hep yara içindeydi. Titreyen vücudu ile "Doruk..."diyerek sarsılmaya başladığında Mert "Ne yapmamız gerektiğini biliyoruz."dedi.

Talu sesini çıkarmadan onları dinlerken Mehir "Birbirlerinin yanında olmak zorundalar. Aksi takdirde güç kaybederler."dediğinde Dağhan "Uyandıklarında, öfke dolu olacaklar ve intikam almak isteyecekler. Ama eğer ayrı olurlarsa bunu o kadar kolay halledemezler."dedi.

Mehir "Bizden nefret edecekler."dedi.

Mert "Etmeliler de." Dediğinde koridorun başından gelen ayak seslerine doğru döndüler. Zal Altuğlu,koşarak onlara doğru ilerlerken Talu ona ve oğluna öfke saçan gözlerle bakıyordu. Mikail Altuğlu,ciddi yaralar almış olan bedeni ile bir ölü gibi oradan oraya savrulurken doktorlar "Efendim,yaralarınıza bakmamıza müsaade edin"diyerek araya girmişlerdi.

Bulundukları yerin onlara ait olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu Talu. Alt katta tedavi gören diğerlerinin yanına gitmeden önce Zal Altuğlu'nun gözlerinin içine bakan genç kadın adamın "Çok üzgünüm.."demesine gülmeye başladı. Herkes dönüp,ona baktığında Altuğ karısına dokunmak istedi ama Talu kendisini geri çekerek "Çok mu üzgünsün! Gerçekten mi? üzgün müsün? Tüm bu olanlar için!"diye bağırdığında Zal "Özür dilerim Talu. Yetişemedik."dedi.

Talu,arkadaşlarının arasından geçerek kendisinden sadece birkaç santimlik uzun olan adamın gözlerine baktı ve "Yetişemediniz... Ne zaman yetiştiniz ha? NE zaman?!"diye bağırdığında adamı iteklemeye ve vurmaya başladı. Dağhan ve Mert "Talu,sakin ol."diye bağırdıklarında genç kadın onlara tokat atıp ellerinden kurtuldu ve "Sakin mi? ben sakinim ki..."dedi. Sonra Zal'e bakarak "Sen ve senin ailen yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı! Yirmi sene önce ne yaşadıysak şimdi yine aynısını yaşıyoruz."dediğinde dişlerini sıkıyordu genç kadın.

Elleri titriyor, gözleri akmayan yaşlarla parlıyordu. Canı gidiyordu içinden. Kanı... Nefes'ini kesiyorlardı ve o hiçbir şey yapamıyordu... Zal, uzanıp ona dokunmak istediğinde Talu defalarca hırsını alana dek onu tokatlamaya devam etti. Sonunda koridorun ortasında hıçkırarak yere düştüğünde Altuğ ve Zal aynı anda yere eğildiler. Genç kadın,uzaklara çok uzaklara dalarak "Onu ben doğurdum... Onu... Nefes'i ben doğurdum... On ay boyunca karnımda taşıdım... İşte burada..."dedi gülümseyerek karnını severken...

Dağhan,dudaklarını ısırıp gözyaşlarının akmaması için kendisini sıkarken o da eğilip yere oturdu. Talu hipnotize olmuş gibi anlatırken sanki içinden bir parça kopuyormuş gibi hissediyordu.

Zal "Talu..."

Genç kadın "O benim kızım... O benim kızım... Benim bebeğim... Ölüyordum ben onu doğururken... İkimizde ölüyorduk... İçim parçalana parçalana,yırtıla yırtıla doğurdum onu... Kucağıma aldım... Küçücük,yumuşacıktı... Sen yoktun..."dedi Altuğ'a bakarak "Siz Libya'daydınız... Sudenaz vardı yanımda... Mehir vardı... Biz bebeğimle yalnızdık... Hastaydı benim bebeğim... İlgiye muhtaçtı sürekli... Sevgiye... Sevgi arsızımdı o benim..."dedi gözünden akan yaşları silerek.

Altuğ,başını önüne eğerek yere baktığında Mert arkasını döndü. Zal,diyecek bir şey bulamıyordu. Talu "Sonra senin ailen geldi ve onun size ait olduğunu söylediler. Nefha! Ama değildi. O benim kızımdı. Adı Nefes'ti... Onun sayesinde nefes aldığım için adını nefes koymuştum ben... O benim Nefes'im... Küçük,kırılgan bebeğim... Şimdi ona ne yapıyorlardır he? Oğullarıma bunu yapan insanlar benim bebeğime ne yapıyorlardır ha?! Ne? O hasta... Dayanamaz ki... Canı yansa anne diye inler... Bana ihtiyacı var... Benim sıcaklığıma... Korkuyordur şimdi deli gibi... Neredeyim ben diyordur..."dediğinde hıçkırıyordu genç kadın.

Zal "Talu..."

Genç kadın "Kes sesini! Şimdi sen söyle bakalım,tüm bunlar olurken hala üzgün olabiliyor musun? Onlardan olup olmaman umurumda bile değil. Ben kızımı istiyorum. Kızımı! Koşarak bana gelmesini istiyorum... şuram acıyor... İçim sıkışıyor hissediyorum... Bana onu getirebilecek mi senin oğlun ha?!"diye bağırdığında iki eliyle yakasına yapışmıştı adamın.

Zal "Onu sana geri getireceğiz."dediğinde topuklularının üzerinde arkalarında beliren genç kadın "birini daha bulmamız gerek!"dedi.

Talu "Afra?"

Afra "Bade'nin evi alt üst edilmiş. Onu bir hastane'de gördüm en son ancak geri döndüğümde orada değildi. Sanırım..."dediğinde Mehir "Aman Allah'ım..."diyerek Doruk'a baktı.

Talu,hıçkırarak ağlarken orada bulunan herkes birbirine bakıyordu şimdi...

****
Genç kız, yatağının içinde otururken odasına giren sarışın kadına bakmıştı. Gözlerini kırpıştırarak genç kadına bakıp ağlayarak ona sarıldığında "Hocam..."demişti.

Genç kadın, kızın saçlarını severek onu sakinleştirmeye çalıştığında "Her şey geçecek hayatım."dedi usulca. Bade "Hocam..."dediğinde genç kadın elleriyle kızın ellerini tuttu ve "Bilmen gereken bir şey var tatlım?"dedi.

Bade,Didem hoca'ya bakarak "Hiçbir şey duymak istemiyorum."dediğimde Didem Hoca "Benim adım Didem değil. Adım Afra."dedi.

Bade,burnunu çekerek kaşlarını çattığında "Ne?"diye fısıldadı. Genç kadın,ona bakarak "Görevim seni korumaktı. Bunun içinde yıllardır senin peşinden bir an olsun ayrılmadım. O okula gelme sebebim de sendin."dedi.

Bade,ondan uzaklaşmaya çalıştığında genç kadın "Hayatını mahvettiler Bade. Ama seni yeniden yaşatmayı da bildiler."dedi.

Bade "O beni öldürdü. Derin'i seçti."dediğinde Afra "Hiçbir şey göründüğü gibi değil."dedi.

Bade "Onu koruyorsunuz. Onu! Kimseyi görmek istemiyorum. Hiçbirinizi."dediğinde Afra başını salladı ve "Tamam,ben çıkış işlemlerini halledeyim."diyerek odadan çıktı. Bade,yeni öğrenmiş olduğu gerçekle sarsılırken onun Doruk'u koruduğunu düşünmesi canını daha çok yakıyordu. Elbisesini giyip,ceketi yanına aldığında camdan aşağıya atladı ve koşarak oradan uzaklaştı.

Gittiği yol yol değildi şimdi... Önünü göremiyordu... İnsan kalabalığının sesi birer uğultu gibiydi... Isınamıyordu... Üşüyordu ve acı çekiyordu... Karşıdan karşıya geçerken bir o yana bir bu yana sallanıyordu... Yeşil ışık yanıp arabalar kornalarına bastığında "Hadisene be!"diye bağırıyorlardı.

Olduğu yerde sıçrayarak Şehremini Park'ın içine giren genç kız,koşarak evine gitmişti. Apartmandan içeriye girip dairesinin olduğu kata çıktığında kapısının ardına kadar açık olduğunu gördü. O haliyle ne olacaksa olsun diyen bir tavırla içeri girdiğinde evin darmadağın edildiğini gördü ve umursamadan yatak odasına gidip gardırobunun içindeki eşyalarını aldı. Küçük bir çantaya kimliği,pasaportunu ve diğer lazım olacak eşyalarını aldığında koşarak daireden çıktı ancak Didem hoca olarak bildiği ama adının Afra olduğunu öğrendiği kadının apartmanın içine girerek "Her yeri arayın!"diye bağırdığını duyunca çatı katına doğru çıktı hızla.

Apartman'ın son katına gelip kadının seslerini dinlemeye başladığında titremeye başladı ve eliyle ağzını kapatarak ağlamaya başlamıştı. Afra,yatak odasına girip dışarı çıkacağı sırada kasanın içinde duran yeşil kalp kutuyu eline aldığında "Buradaki işimiz bitti. Tüm otobüs terminallerine bakın. Havaalanlarına!"diye bağırarak daireden çıktığında Bade kendisini tutmaktan vazgeçti ve hıçkırarak ağlamaya başladı...

TUTKU OYUNU (ESMER SERİSİ-4)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin