Bölüm 18 - Bana Kızımı Geri Vereceksin!

7K 278 10
                                    

Bu zamana kadar sessizliğin bir çok şey ifade ettiğini bilmiyordum. Mesela; Sana kızgınım, seninle konuşmak istemiyorum, öfkeliyim, kırgınım...

Benim sessizliğim ise şunu ifade ediyordu; konuş benimle.

Eskiden insanlar sessizleştiğinde onları yalnız bırakarak iyilik yaptığımı -en azından kendime- düşünürdüm. Öyle değildi, bu iyilik değildi. Kötülükten başka hiçbir şey değildi.

Benimle konuşması için sessizleşmiştim. Bana anlatması için. Benden sakladığı ne varsa anlatması için...Fakat hayır. O benim sessizliğimi çok yanlış anlamıştı. Belki de yanlış anlayan bendim. Onu çok yanlış anlamıştım.

Maxim'in evinden geldiğimizden beri adeta kabuğuma çekilmiştim. Sessizleşmiştim. Artık çoğu şey daha anlamlı hale gelmişti benim için. Onun benimle konuşmasını beklerken düşünmeye başlamıştım. Gece gündüz sürekli düşünüyordum. Hamile kalmamı, Charles ile malikaneye gelmemi, evlenmemizi ve en çok da bir şekilde sürekli tehlikede olmamı. 

Charles beni almaya geldiği akşam, gözünün önünde güvende olmamdan bahsetmişti. Ona neden bir ay sonra gelip bebeği istediğini sorduğumda beni geçiştirmişti. Tanrım! Neden evlendiğimizi bile bilmiyordum. Gizli saklı o kadar şey vardı ve ben hiçbirini bilmiyordum.

Bildiğim tek şey, onsuz yaşamak istemediğimdi. Düşünmek için onca zamanım varken bunun farkında varmıştım. Onu seviyordum. 

İzlemeye doyamadığım yeşil gözlerini seviyordum. Odunsu kokusunu içime çekmeyi seviyordum. Her gece yatmadan önce omuzuma öpücük kondurmasını, belime sarılarak uyumasını seviyordum. Öfkelendiğinde yüzünün aldığı bakışı seviyordum. Onu sinirlendirmeyi, güldürmeyi seviyordum. Ben konuştuğumda ağzımdan çıkan her kelimeyi pür dikkat dinlemesini, benim hakkımda ki en ince detayları bilip ilgilenmesini seviyordum. Tanrım! En çok da o sıkı götünü seviyordum. 

Ama sevgi kendi başına yeterli değildi. Ne zaman olmuştu ki?

Henüz Maxim'in sözlerini inanmış değildim. Tam olarak yani... Charles'a sormaya cesaretim de yoktu. Kendisi anlatsın istiyordum. Ben kimseyi öldürmedim desin. Çok fazla şey istiyordum değil mi?

"Emma!"

Babacığım!

Bu babamın sesiydi!

Yanlış duymuyordum değil mi? Bu babamın sesiydi. Burada mıydı? Babam?

Bir kaç kez daha adımı bağırdığını duyunca sesin babama ait olduğuna emin oldum. Buradaydı fakat burada ne işi vardı?

Ara sıra beni kontrol etmeye odama gelen Jane de sesleri duyunca pencerenin önüne gitti. "Neler oluyor?"

"Bu babam!" Dedim. Jane dönüp şaşkınlıkla bana baktı. "Yardım et, ayakkabılarımı giyeyim."

Jane hemen yanıma gelerek ayakkabılarımı giydirdi. Yine onun yardımıyla odamdan çıkarak aşağıya indim. Babamın sesi daha gür geliyordu artık. Bağırıyordu. Ve ben korkmaya başlıyordum.

Dış kapıdan çıktığımızda ise babamı gördüm. Sırtı bize dönük olan Charles'a işaret parmağını doğrultup bağırıyordu. Yanında ki adamlarını tanıdım. Charles'ın korumalarıyla her an her şeye hazır gibi bekliyor, öfkeli bakışlarını birbirlerine gönderiyorlardı.

Geride duran Esther ve William'ı fark ettim.

"...Duydun mu beni? Bana kızımı geri vereceksin!"

"Babacığım?"

Joseph Spencer tıpkı bıraktığım gibiydi. O kahrolası karizmasından bir gram bile eksilmemişti. Fakat eskisi kadar korkutucu gözükmüyordu gözüme. Beni beş parasız ortada bırakan adamdan artık korkmuyordum. Yaptıkları için onu hala affetmiş değildim. Nasıl affedebileceğimi bilmiyordum.

KAZAYLA BABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin