Alıntı

992 92 6
                                    

Bugün salı ve alıntıyı atacağımı yeni fark ettim... Aslında yarın günü atmayı düşünüyordum ama alıntıları rastgele tarihlerde atmaya karar verdim. Hadi bu da size benden bir süpriz olsun. Bölümün tamamı pazar günü gelecek. İyi okumalar güzel Leydilerim/Lordlarım.

"Devam edemem. Hafızan geldiği zaman kendin öğrenmelisin. Bunları söylemek benim için çok zor. O yüzden lütfen ısrar etme," dedi ve ayağa kalktı. "Buradan gitmeliyiz. Lord buraya doğru geliyor," dedikten sonra etrafına baktı.

Geldikleri yönü anlamaya çalışıyordu. "Soldan geliyor," diyerek kolumu tuttu ve sağa doğru koşmaya başladık. Lord beni şimdi görmemeliydi. Onu çağırdığım zaman ruhlarımız birbirine bağlanacağı için beni öldüremezdi. Ama şimdi gelirse beni hücreye tıkıp öldürürdü.

Bütün plan boşa gidecekti. Etraftakilerin bize garip bakışlar atması umrumda değildi. Şu an tek istediğim kaçmaktı.
Orman yoluna giderken tereddüt etmiştim. Ama o beni tanıdığına göre yardım edebilirdi. Sonuçta onu yaşatmıştım. Yardım etmeseydim ölecekti.

Ormanın derinliklerine doğru koşarken ayağım taşa takıldı. Düştüğümde elimi bırakmıştı. Acıyla inleyip üstümdeki pelerini dizimin üstüne kadar sıyırdım ve diz kapağımdaki yaraya baktım. Sert düşmediğim önemli bir şeyi yoktu ama çok acıyordu. Daha önce vücudumda hiç yara olmamıştı. Morluklar bazen ama ilk defa bir yerimin kanadığını hissediyordum.

"İyi değilsen biraz dinlenebiliriz," diye teklifte bulunduğu zaman onu başımla onayladım. Yaraya doğru üflediğim için bu acımı alıp biraz da olsa rahatlamama neden oluyordu. Yaramı üflemeyi bırakıp, "Nereye gideceğiz?" Diye sorduğumda "Yakınlarda dağlık evi var. Birkaç gün orada kalabilirsin," dedi. Ardından ağacın yanına eğilip sırtını ağaca yasladı. Kollarını önünde birleştirip dizimdeki yaraya bakarken bir şeyler hesaplamaya çalışıyordu.

"Birkaç saat içinde iyileşir," dedi ve biraz durup devam etti, "Kendin iyileştirmeyi deneyebilirsin." Başımı olumsuz anlamda salladım. Onun acısını dindirdiğim zaman vücudum yorgun düşmüştü. Şimdi de öyle olabilirdi. Zaten yeterince koşmuştuk ve koşmaya devam edecektik. Güçten düşersem zorlanırdım.

Yerdeki çiçeklere koşarken basmış olmam içime sıkıntı düşürüyordu. Çiçeklerin zarar görmesini sevmiyordum. Kim severdi ki? Kimse sevmezdi. Çiçekler gibi bir canlı basılmayı veya koparılıp, öldürülmeyi hak etmiyordu.

Neden buraya geldiğimi sorgulasam da Barın'ın söyledikleri buraya ait olduğumu gösteriyordu. Yoksa neden başka bir yerde doğayım ki? Herkes bir gün evine dönerdi. Ve bende evime dönmüştüm.

Ne ev ama! Burayı bilmiyordum, üstelik kalabileceğim bir yer yoktu. Terk edilmiş evlerde saklanmak yorucu.
Buraya geldiğimden beri geçmişte ne yaptığımı sorguluyordum. Ben bunları hak etmiş miydim? Belki.

"Hiç kendini öldürmek istedin mi?" Ani gelen soru ile birkaç saniye düşündüm. Ona baktım ve "Hayır, bu dünya kendimi öldürebileceğim kadar katlanılmaz değil," dedim. Bunlar benim gerçek düşüncelerimdi. Sırıttı.

"Öyle düşünmen güzel," dedikten sonra gökyüzüne baktı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Belki küçükken hiçbir şey yaşamamıştım ama yinede intiharı doğru bulmuyordum. Bazıları için kurtuluştu ama bazıları için değildi.
İntihar edenleri güçsüz olarak yargılamak beni ilgilendirmiyordu. Ama yaşadığı şeyler ağır olmasaydı intiharı seçmezdi insanlar. İntiharı düşünene kadar bile dayanmış olmaları mucizeydi. Ve bu onları güçlü gösterirdi güçsüz değil.

"Lord sana cevap vermezse ne yapmayı düşünüyorsun?" Yüzümde şeytani bir sırıtış belirdi. "Cevap vereceğine eminim," dediğimde neden bu kadar emin olduğumu bilmiyordum. İçimden bir his Baki'yi daha önceden tanıdığımı söylüyordu. Küçüklükten beri hislerim kuvvetliydi.

Ve hislerim şu an Barın'a güvenmemem gerektiğini de söylüyordu. Garip birisiydi. Söylediği şeylerin doğru olduğunu biliyordum. O sokaktan geçen kadınlar ve yanıma gelen kadın onun oynadığı oyunun bir parçası olamazdı. Ama bu işine gelmişti. Yoksa beni kaldığım terk edilmiş evlerde öldürebilirdi. Ve benim bedenim o pis yerde ölemeyeceğim kadar değerliydi.

Gözlerini kıstı. "Neden bu kadar eminsin. Onu daha tanımıyorsun," dediğinde başımı yana eğip ona baktım. Beni mi ölçmeye çalışıyordu? Diyeceğim şeyi merakla beklediğini görünce gülümsememi yüzümden silmeden "Belki de tanıyorumdur," diye mırıldandım.

"Ama hafızan yok. Tanıman imkansız," başımı olumsuz anlamda sallayıp kendimi geriye bıraktım ve vücudum toprağa değdiği zaman gökyüzüne bakarak konuştum. "Onun anılarımda olduğunu biliyorum. Hatta birkaçını hatırlıyorum bile." Yalan. Geçmişe dair aklımda tek bir anı dahi yoktu.

Ama bunu bilmesine gerek yok. "Ne zaman hatırlamaya başladın?" Sorusu ile düşünüyormuş gibi davrandım. Bir gözümü kapattım ve dudaklarımı oynatarak hesaplıyor numarası yaptım. "Yaklaşık yirmi dakika önce," dedim.
Kaşlarını çattı ve omzunu dikleştirirken "Neden bana söylemedin? Sana yardımcı olabilirdim," derken sesinde gizlemeye çalıştığı ama gayet anlaşılır bir sinir vardı. Omuz silktim. "Doğru mu söylüyorsun diye test ettim diyelim."

O, "Beni kandırdın!" Diye hırlarken umursamazca "İnanmasaydın," dedim. Onun amacını anladığımın farkına varmıştı. Fazla geç anladı sanki.

Judia'nın LanetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin