Not 6

138 18 88
                                    

8 Nisan

Ertesi gün yine aynı şeyler olmuştu. İki saat önceden olmasa da yine oldukça erken gitmiştim. Sanırım bir saat on beş dakika filandı. Daha fazlasını yapabilmeye cesaretim yoktu. Eğer geç kalırsam herkesin o iğrenç nakışlarına maruz kalacaktım. Aslında... Bu durum pek de kötü olmayabilirdi, doğrusu herkes oldukça rahat takılıyordu. Sanırım bu durumu tek takan kişi Evans, Sam ve bendim. 

Tabii ikinci gün birden sayımız arttı. Steve ile yaptığım uzun telefon konuşmasının ardından nasıl olduysa ekibe o da alınmıştı, elbette Beth adındaki kızda aramıza dahil olmuştu. Dün neden gelmediği hakkında bir açıklama yapmaktan çekinmiş, kendinden hiç taviz vermemişti. Çalışmalarımızın başlamasına beş dakikadan az süre kaldığında dahi Shally'nin yaptığı tartlardan yiyorduk. Bize getirdiği yemekler tuhaf şekilde mükemmeldi.

Genelde hamur işi tarzı atıştırmalıklardan nefret eder, ağzıma dahi sürmezdim. Bunların kokusu dahi mükemmeldi: Üstüne serpilmiş pudra şekerinin dahi kıvamı iyi tutturulmuştu. Ayrıca şekil vermekle epey uğraşmış gibiydi, sırf atıştırmalık hazırlayabilmek için saatlerini verdiği rahatça anlaşılıyordu. Keşke sürekli bize nasıl olduğu hakkında sorular sormasaydı. Böylece daha rahat yiyebilir, tadını çıkarabilirdik. 

Birden aklıma dünkü asıl sormam gereken soru geldi. "Sam, Evans'ı nereden tanıyorsun?"

"Çok uzun hikaye. Sadece ikimizin de birbirimizden nefret ettiğini bil yeter." Kulağıma doğru eğildi, elini omzuma koymuştu. "Kadına bulaşma sakın." Sanki illegal bir iş anlatıyormuşçasına konuşuyordu. "Eski asker o."

Hal, tavrı yüzünden nedense çok yakınımızdalarmış gibi hissetmiştim. Arkama döndüğümde ise gelmek üzere olduklarını görmüştüm. Yanında Hunter'da vardı. "Tanrım şu kızın nesi var?"

Hala fısıldaşarak konuşuyorduk, Shally sandalyesini yanımıza doğru çektiğinde ödümüz kopmuştu. Neyse ki belli etmemiştik. Meğerse konuştuğumuz her şeyi duymuştu. Hafifçe öne eğilmiş, suç ortağımız haline gelmişti. "Beyler o kız cidden de kafadan deli, şaka yapmıyorum. Daha üç yıl öncesine kadar hapisteydi. İki yıl ceza almıştı. Tam tamına on dört kişiyi öldürdü." 

"Ne?" Resmen bağırmıştım. 

Cevap vermek yerine omzumu dürttü, susmamı işaret etti. Artık içeriydiler, başta bizi duyduklarını sansam da kendi sohbetlerine fazlasıyla dalmışlardı. Hunter tuhaf, morumsu lacivertimsi, ışıl ışıl uzun bir elbise giymişti. Elbisenin yerden yüksekliği otuz santim filandı. Karın bölgesi açıktı. Beline aynı renk bir tür ip bağlamıştı, galiba aksesuar dedikleri şeylerdendi. Etek kısımlarının uçlarını saymazsak tamamen üstüne oturmuştu.

Göğüs kısmı ise büyük, V şeklinde bir dekolteden oluşuyordu. Aslında karın kısmında boşluklarla dikkatli şekilde baktığımda birbirlerine bakan üç farklı V olduğunu gördüm. Tabii V lerin içi boştu. Elbisenin sırtı ise tamamen açıktı. Saçlarını salmış, tuhaf deniz kabuklarıyla süslemişti. Taktığı gümüşümsü altınımsı takıların gerçek olup olmadığını çözememiştim (Eğer öyleyse şehrin en zenginlerinden biri karşımdaydı). 

Masanın en uzak köşesine geçmişlerdi. Hunter kahvesini bırakırken hala sohbet ediyorlardı. "...Çünkü biliyorsun tatlım, dünya benim podyumum." diyerek kahkaha attığını duydum. Kadını ilk kez gülerken görüyordum, sohbetleri bittiği anda da eski kasvetli hali geri dönmüştü.

Az daha nasıl beynimin içindeki sesleri okuyabildiğini soracaktım ki içeri Beth Groven olması gereken kadın girdi. Beni büyük bir yanlış anlaşılma sonucunda kendimi batırmaktan kurtarmıştı. "Günaydın."

Bucky'nin Üzgün NotlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin