Winter Soldier deneylerini saymazsak
hayatımın en korkunç günü,
30 Haziran
Neredeyse iki ay geçmişti... Kesinlikle ilerleme kaydedemiyorduk. Yirmiden fazla kişi ölmüştü. Artık saymıyordum bile. Burada neden olduğumu dahi bilmiyordum. Sürekli ölümler yüzünden kendimi suçlamaya başlamıştım. Sanki sırf ekipte ben olduğum için birileri engelleniyor, kendilerini işlerine veremiyorlar gibi hissediyordum veya hala hiçbir katkım olmadığı için insanlar ölüyormuş gibi...
Beth'in mısır gevreğinden çıkan parmağın kime ait olduğunu dahi tespit edememiştik. Bir kadın parmağı olduğu kesindi, kenarlarında kırmızı ojeler vardı. O günden beridir aslında kimsenin psikolojisi iyi değildi, birbirimize güvenemiyorduk. Birbirimizle sohbet edemiyorduk, ağzımızdan bir şey kaçıracağız diye o kadar çok korkuyorduk ki! Sokakta yürürken sürekli arkamızı kontrol ediyor, takip edilip edilmediğimizi düşünüyorduk.
Değişmeyen tek şey sürekli yanında bizler için yemek getiren Shally'di. Elini omzuna koymuştu. "Buck, marmelatlı çörek?"
Biraz ona doğru döndüm. "Olay yerinde yemek yememiz ne kadar doğru?"
"Hiç."
Güldüm, yanıma yaklaştı. "Miden nasıl oldu?"
Her halinden utandığı belli oluyordu. "Aslında bu sanırım beşinci kusmam."
Tam iki saattir cesedin başında dikiliyor, etrafında yapılan incelemeleri izliyordum. Ceset sayılarında hiç azalma veya artma yoktu. Her daim katilimiz bir kişiyi öldürüyordu. Hiçbir zaman kurbanlarının telefonlarını almıyordu. Hiçbir kurban 911'i aramaya da çalışmamıştı, yani ölmeden önce buraya kendi istekleriyle geliyorlardı. Belki de silah zoruyla yürütüyor, sonrasında işine koyuluyordu.
Benim görüşlerim birinciyi destekleyen, savunan taraftaydı. Katilin arabayı sürmesi gerekiyordu, bu durumda aklı olan herkes çaktırmadan polisi aramaya çalışırdı. Kurbanların bir kısmı araba sürmeyi bilmiyordu, ehliyetlerinin fotokopilerini görmemiştim. Bunu kimseye söylememiştim çünkü korkuyordum, yanlış olmaktan korkuyordum. Hata yapmaktan da... İnsanları yanlış yola götürmemeliydim. Ayrıca biraz bile düşünen herkesin bunu fark edebileceğini düşünmüştüm, belki de yanılıyordum. O kadar da zeka gerektirmeyen bir bilgi, detay olarak görmüştüm.
Kumral saçlı -hala adını öğrenmediğim- adam ufak ufak bize doğru yaklaşmaya başlamıştı. "Biraz etrafta dolanmaya ne dersin? Belki gözden kaçan bir şeyler vardır?"
Düşündüğünü belli etmek için dudaklarını büzdü. "Bak belki beni bir korkak olarak göreceksin ama cidden pek doğru bir karar değil gibi." Parmağıyla Sam ve Evans'ı gösterdi. "Evans'ın yardımcı köpekleri her yeri aradı zaten, Sam'se yukarıdan kontrol etti. Bir sürü ekip de etrafı kolaçan ediyor hem."
"Ah, peki. Seni zorlayamam, ben sanırım buradan biraz uzaklaşacağım." Öne doğru birkaç adım attım.
Hızla koşarak yanıma geldi, tabi öncesinde elindeki kabı birinin arabasının üstüne bırakmıştı. Koluma girdi. "Bekle, seni yalnız bırakamam burada."
Gülmek istesem de yapmadım, kalbinin kırılmasından endişelendim. Diyelim ki başımıza bir tehlike geldi, beni nasıl koruyacaktı ki? Ayrıca benim başımı tehlikeye sokabilecek kadar güçlü bir tehlike onu yerle bir ederdi. Bulunduğumuz alan asker koğuşlarıyla doluydu. Sur şeklini andıran, yarısından fazlasının yerin dibinde olduğu tüneller kare şeklindeydi. Muhtemelen mermilerden korunmak için yıllar önce toprağın altına yapılmıştı ya da cidden de eski olduğu için yerin altında kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bucky'nin Üzgün Notları
Fiksi PenggemarPsikoloğu Bucky'nin duygularını içine atmasına yeni çözümler aradığında günlük tutmasına karar verdiler. Buck bu karardan fazlasıyla nefret etti ve çocukça olduğunu defalarca kez dile getirdi ancak itiraz etmeyerek yanında taşıdığı not defterini gü...