Yeni bir güne uyanınca insan, doğan şey bazen sıradan bir güneş olmayabiliyordu. Bazen yeni umutlar çıkıyordu insanın karşısına, bazen de yoktan bir kötülük varoluyordu. Her doğacak şey ışıltılı olmak zorunda değildi. Bazen yeni bir bebeğin doğumu dahi sonları getirebilirdi. Ertesi gün neyin ne olacağı belli dahi değilken bazen ne iyi ne kötü kestiremeyebilirdik işte. Önemli olan da bu belirsizliklerin içinde doğruyu bulabilmekti. Elbette hepimiz hatalar yapabilirdik, hepimiz yanılabilirdik fakat işin sonunda yanılgılarımız ile keşkelerimiz ne kadar az olursa belki o kadar memnun kalırdık her şeyden. Düşünmek zorunda kalmazdık. Geriye dönüp de baktığımızda saatlerce orada takılı kalmak yerine rahatça önümüze bakabilirdik.
Ben de sadece önüme bakması gereken o taraftaydım.
Olup bitenlerin bir tanesine dahi takılı kalmadan neyin kararını verdiysem eğer işte tam da orada olmalıydım.
Tam da orada olduğumu düşünüyordum, tek başıma.
Günleri saymaz olduğum vakitler akıp giderken nerede durduğuma emin olduğum saniyeler, daha da akılda kalıcı olmuştu benim için. Şimdi o hastaneden çıkmıştım. Her şeyi orada, arkamda bırakmıştım. Belki de her şey attığım şu adımlarla birlikte başlıyordu.
Hastaneden çıkmıştım, artık günleri saymayı bıraktığım vakitlerde ve gerçekten de şu halimle bile yürümekte o denli zorlanıyorum denilmezdi. Üstelik artık tüm sesler kesilmişti. Boşa gürültü saydığım her şey bir anda kaybolup gitmişti. Sanki en başa dönmüştüm, koca bir kabusun içinden uyanmıştım. Dönüp duran düşünceler yoktu. Atılmaya çalışılan adımların bir tanesi bile tehlikeli değildi, arkası aranmıyordu. Üstüme binmiş o zihinsel yük yoktu. Bir daha da geri gelecekmiş gibi görünmüyordu. O kadar basit geliyordu ki artık her şey gözüme aylardır ne ile neden bu kadar uğraştığıma dahi anlam veremiyordum. Nefes alabiliyordum, artık rahat rahat nefes alabiliyordum.
Seokjin evimin kapısını açıp içeriye girdiğimizde günler öncesinden kalma dağınıklığın çoktan toparlandığını fark etmiştim. Seokjin hala her şeyden habersiz olduğu için ona onun yapıp yapmadığını sormak aptallık olabilirdi. O yüzden bu fikrin de üstünde fazla durmadan içeriye geçtiğimde koltuğa bıraktım kendimi. İşte şimdi daha da rahattım.
"İyisin değil mi?" diye sordu o sırada karşımda dikilmişken. Neyse ki o stresli halinden arınabilmişti şu vakte dek.
"Çok iyiyim," dedim kafa sallayarak. "Uzun zamandır bu kadar iyi olmamıştım."
Birkaç saniye suratıma boş boş baktı. "Sende bir haltlar var."
"Ne olacak canım?"
"Ne olacak canım?" Beni taklit ederek ağzını yüzünü buruşturduğunda bu kez gözlerimi kısan taraf bendim. "Sana bir iki narkoz verdiler diye rüyalar alemine falan gittin herhalde Hoseok anlıyor musun beni? Gerçi duyup dinlediğinden falan da şüpheliyim ben. Mesela şu an kendi aleminde kanatlarını açmış uçuyor olabilirsin veya pelerin takmış, kendini Batman falan da sanıyor olabilirsin. Beklerim yani. Bu avellik ancak o seviyede, oralar kapatır."
Bu kez saniyeler boyu yüzünde suskun kalan bendim, buna rağmen keyfimi kaçıramamıştı. "Anlamadım hyung?"
"Çıldıracağım şimdi." Ellerini açarak arkasını döndüğünde birkaç adım uzaklaşmıştı benden. Sabrı sınanıyormuş gibi davranıyordu fakat ortada hiçbir şey yoktu. Her şey çok güzeldi, her şey yerli yerindeydi işte.
Bacağım da yerinde duruyordu tabii.
"Hoseok sen geri zekalı mısın? Taehyung hatır için herhalde bir kere geldi gitti ondan sonra ne Jimin ne de şeker adam göründü ortalıkta. Sen de bir sik anlatmıyorsun zaten. Hayır, kardeşim o kurşunu nasıl yedi onu bile çözemedim ben daha. Ne güne duruyorsam ben burada artık. Eşek başına döndüm ya."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019