Şu hayatta olan bitenleri en çok sorgulayan, her söylenen kelimenin ardını saatlerce arayabilecek kişiler listesinin başını çekebilecek bir potansiyele sahiptim.
Bu yeni gelişen bir olay ya da özellik değildi. İlkokul anılarımı düşündüğümde de, şu an bulunduğum konumda da hep bir şeyleri gereksiz sorguluyordum. Bu bir anlam çıkarma çabası mıydı yoksa kendime bir kalkan hazırlamak mıydı emin değildim fakat birisi bana eğer şu, diyorsa bunun neden şu olduğunu ya da neden bu olmadığını, şu diyerek vermeye çalıştığı mesajı, aslında ne demek istediğini ve neler diyebileceğini saniyesinde düşünmeye başlayan bir beyin eğilimine sahiptim.
Böyle anlatınca elbet ki hastalıklı bir düşünce yapısında olduğum bütün insanların kendi içlerinde onaylayacağı bir şeydi sanırsam. Yine de ben kendi açımdan, eğer bana ya da daha çok ilişkilerime zarar veren bir etkisi olmasa bu durumdan asla rahatsızlık duyacağımı sanmıyordum.
Şu vakte kadar değişmeyen sayılı şeylerden birisiydi bu. İnsanlara karşı hal ve tavırlarım dahi hayatıma dahil olan kişilerden kaynaklı olarak değişime uğrasa bile bu özelliğim asla yok olmuyordu. Aksine, suyunu bulan bir bitki gibi içime iyicene kök salmaya başlamıştı.
En basit denklem ve sorulardan bir tanesi Seokjin diye bir arkadaşımın niye varolduğuydu. Oturduğum yerden çocuğa kafa yetiştirmekten bıkmış olmama rağmen o asla gocunmadan defalarca onun varlığını sorgulamama sebep olacak davranışlar içine giriyordu.
Bunun üzerine artık Seokjin'i sorgulamayı kesmemin en iyi karar olduğu kanaatine varmam uzun sürmemişti. Bu konuda sahiden de emin olmuştum ve hiçbir baskı altında kalmadan bu kararımı yürürlülüğe sokacaktım çünkü artık cidden de gına gelmişti. Her seferinde asla değişmeyecek olan bir olguyu düşünüp durmak, hayatı sorgular gibi dalıp gitmek beyni iyicene yormaktan başka bir işe yaramıyordu üstelik.
Mesela şu an için, başımda neden ulusal marşlarımızdan birisini açarak kulağımın dibinde tuttuğunu sorgulamayacaktım çünkü o Seokjin'di, yapardı. Hakkı vardı, aklı yoktu. Yapardı.
"Hoseok, kocan yad ellere giderken nasıl hala uyumaya devam ediyorsun?" diyerek ciddi ciddi birazdan ağlayacak bir tavırla mırıldanıp omzumdan dürtmeye devam etmişti deli gibi. Az kaldı, omzum delinecekti artık. "Ben bunlara kolumu geç sikimi bile kaptırırım. Grup yaparlar benimle Hoseok. Kalksana ya."
Yad ellerden kastı ne miydi? Evrenin oyunlarına artık bir nah çekme vaktim geldi de geçiyordu. Evet, bizim şu muhteşem avukat olmayan avukat üçlüsünden bahsediyordu.
Birkaç günlüğüne şehirdışına bir şeyleri kontrol etmeye gideceklermiş ve Taehyung Seokjin'i de çağırmış. Uzun bir süredir yüzünü görmeden boklar yediği herifle, onun sevgilisiyle ve üstüne üstlük bir de Yunan Tanrı'sıyla aynı yerde uyuyup uyanmak neden bu kadar gözünü korkutmuştu bir türlü anlam veremiyordum.
Yüzümü gömmüş olduğum yastığımda kaşlarımı çatar gibi oldum belli belirsiz. Tamam, ben olsam bir taraflarımın tutuşma ihtimali yüksekti fakat Seokjin'in bulunduğu konumla bundan çekinmesi saçmalığın zirve noktasıydı. Öteki yandan arkadaşımı katil olduklarını düşündüğüm hatta neredeyse emin olduğum üç herifin arasında uzaklara yollamak iç açıcı bir durum değildi. Uzaklıktan kastım sadece şehir değiştirmek olsa da uzak uzaktı sonuçta.
Normalde onu orada yalnız bırakmayı geç yeltenmezdim bile fakat şu an ağır bir bencillik yaparak asla içinde bulunduğum yataktan çıkmamayı planlıyordum.
Suga'nın kalbimi kırmış oluşundan değildi. Hayır, paramparça etmesi de değildi. Bunları yapan zaten o değil bendim. Suga, ateşe veren taraftaki. Kalbimi tek bir kibritin alevine bağımlı kılarak cayır cayır yanmasına sebep olmuştu saatler önce. Niyeti belki de kül etmekten fazlasıyla uzaktı. Onun amacı, yokluğunu önüme sürdüğü anda dahi varlığının sızısıyla kavrulmamdı. Gidiyordu ama gitmemi istemiyordu. Bırakıyordu ama bırakmamı istemiyordu. Üzülmemi, yapayalnız kalmamı, duvarların üzerime üzerime yürümesini umursamadan kırmaya çalışıyordu. Kalbimi değil, canımı, hatrımı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019