"Hayır, bir de kız gelmiş diyor sen beceremiyorsun bu işi. Ya kardeşim sen benim diş tellerine takman için verdiğim lastiklerle saçını toplarsan tabii düzelmez dişlerin."
Sehpanın üstünde olsa da hemen elimin altında duran kahveden bir yudum alırken, "Hı hı," diye bir ses çıkardım ona bakmadan. Gecenin beraberinde getirdiği hafif rüzgar saçlarımı dalgalandırıyor olduğundan gözlerimin önü kapanıyordu ara ara fakat parmaklarım hoyratça klavyenin üstünde gezinmeye devam ediyordu.
"Bana diyorsun bir de git işinle ilgilen diye." dedi yerinde kıpırdanırken. "Al bak ilgileniyoruz da ne oluyor? Her kafadan ayrı bir ses, her insanda ayrı bir manyaklık amına koyayım."
"Hı hı."
"Hoseok sen beni dinliyor musun?" diye sesini yükselttiğinde bakışlarımı uzun bir aradan sonra ilk kez bilgisayardan çektim. Üstünde siyah gömleğini içine soktuğu siyah bir kot pantalon vardı ve gömleğinin birkaç düğmesini açıp kollarını kıvırmıştı. Büyük ihtimal daha yeni geldiği için değiştirme fırsatı olmamıştı.
"Evet evet, dinliyorum hyung."
Gözlerini kısarak sandalyesinden kalkıp yanıma doğru geldiğinde, "Sen saatlerdir benim bilgisayarımdan neye bakıyorsun?" dedi, bunu yeni fark etmiş gibi şaşırmıştı. "Yeni bir rüya yeni bir dövme mi gördün? Kardeşim sen gerçekten azmışsın, tebrikler."
"Ne alakası var?" diye çıkıştığımda bilgisayardan baktıklarımı ondan saklamaya çalıştım. Ona fazla belli etmemeye çalışarak ekranını hafifçe kapatmış, bilgisayarı kendime daha çok çekmiştim.
"Ağzına sıçtırma Hoseok, göster çabuk."
Üstüme doğru yürüyerek kendimi savunmama bile fırsat vermeden bilgisayara abandığında fazla uzun sürmeden ellerimden kayıp giden bilgisayarı büyük bir hüzünle izlerken o, "Geri zekalı." diye homurdanmış ve sandalyesine geri oturmuştu.
"Şimdi bir bakalım," Kapanan ekranı kaldırıp rastgele bir tuşa bastığında ekranın açıldığını yüzüne yansıyan ışıktan anlamıştım. "Sen ciddi misin?" dedi kaşlarını çatarken. Fareyi eline almış ve açılan pencerede gezinmeye başlamıştı. "Sen cidden nankör ve iki yüzlüsün Hoseok. O siteleri kullanma hyung, oralar tehlikeliymiş hyung, başına bir iş gelirse ben ne bok yerim hyung."
Son cümlelerini sesini incelterek söylediğinde gözlerimi devirip arkama yaslanmış ve biten kahvemden bir yudum almaya çalışmıştım.
"Ne halt ediyorsun sen burada? Ayrıca bana haber vermeden ve izin almadan. Ya yanlış birisiyle iletişime geçsen başımıza alacağımız belayı düşünebiliyor musun hiç?"
Kafa salladım yavaşça. Böyle bir uyarıda bulunması bir bakıma saçma geliyordu, neler olabileceğinin gayet de farkında olmakla beraber bu pek de umurumda olan bir etken değildi. Sadece istediğim sonuca ulaşmayı hedefliyordum ve bunun için başıma gelecekleri çekmeye hazırdım.
"Ama sorsam izin vermezdin ki hyung." diye yakındım beklemeden. "Gereksiz bulurdun hatta belki tehlikeli diye düşünürdün ve başımızı yakmamak için izin vermezdin."
"Tehlikeli?" dedi kaşlarını çatarak. "Ne gibi bir tehlike bu?" Bakışlarını bir açığımı bulmak istercesine ekrana çevirdi fakat fazla uzun sürmeden yeniden göz göze gelmiştik. "Ne yaptın çabuk söyle."
"Birisinden bir konuda yardım istedim."
Gözlerini irice açtı aniden. "Birisini öldürmek için seri katil tutmadın değil mi?"
"Tuttum hyung, hatta ilk kurban sensin." diye homurdanarak doğrulduğumda ona doğru uzanıp elindeki bilgisayarı aldım, herhangi bir zorluk çıkarmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019