3

576 106 95
                                    

Bana göre herkesin hayatı birbirine meydan okumakla geçerdi. Bunu belki dile getirmiyor olabilirdik fakat imrendiğimiz hatta kıskandığımız birisine ister istemez kendi içimizde meydan okurduk, onu geçebilmek adına. Belli ettirmeden savaşır, mücadele eder ve çabalardık. Sonuca ulaşıp ulaşmayacağımız ise şüpheliydi çünkü eğer karşı tarafta kendini geliştirmeye çalışıyorsa o yükseldikçe biz ondan geride olduğumuz için birkaç kat daha fazla çalışmamız gerekirdi.

İşte tam da bu yüzden en büyük düşmanım başkası değil de bendim. Çevremdeki insanların ne yaptığı ile ilgilenmez, kendimle savaşırdım sadece. Benliğimin en iyisi olmak için savaşmak benim için daha heyecan vericiydi.

Bana göre kendimize meydan okumamız saçma veya korkulacak bir şey değildi. İlk önce kendimizde olan eksik yanları tartar ve buna göre de bir hedef belirleriz. Bu işte sadece biz olduğumuz için de kafamıza koyduğumuz an hedeflerimizin gerçekleşmeme gibi bir lüksü yok. Tek fark bu hedefleri bazen tıkırında gerçekleştirirken bazen de hiç beklemediğimiz kadar daha yüksek bir şekilde başardığımız olabilirdi.

Böyle zamanlarda belki de hedefimizden daha yüksek bir sonuç aldığımız için sevinme ihtimalimiz yüksekti fakat bazen de sen uçuruma bir adım ilerlemek istediğin için bu durumda kendini uçurumun en kenarında hissedebilirdin. Bu duruma ayak uydurup uyduramamak ise yine bizim elimizde olan bir durumdu aslında fakat şu an ellerimde tuttuğum iplerin hepsi kopmuş gibi hissediyordum.

Normalde koyduğum hedeflerin hepsini en iyi derecede gerçekleştirmiş olan ben şu an kendime meydan okumaktan çekiniyordum çünkü gerçekleşirse kendimi boşlukta hissetmekten korkmuyor değildim. Karşımda oturan kişi her konuda bir ilkimi yaratacak kadar güçlü geliyordu bana.

Ben, zihnime öğrettiğim kuralları yıkmaya hazır mıydım? Belki de bana gerek kalmadan her şeyi o yıkmaya çalışırdı ve bu enkazın altında kendimi kaybederdim.

O tam karşımda otururken her hareketime dikkat etmeye çalışıyordum çünkü yaptıklarımdan pişman olacakmış gibi hissediyordum. Bakışlarımın değdiği yerlere, hareket ettirmekten çekindiğim ellerime, hatta ve hatta nefes alış verişlerime bile özen gösteriyordum. Gözlerim onun varlığını inkar etmek istercesine gözlerine değmiyor, içimde bir şeyler beni durduruyordu. Onun yanında yaptığım her şey sanki ileride bana büyük bir pişmanlık olarak geri gelecekti.

Derin bir nefes alarak arkama yaslandığımda bakışlarım korkar bir şekilde bedeninde gezinmeye başlamıştı. Yine söyledikleri üzerine atlı koşturur gibi salondan ayrılmam ile birlikte kendimi nefes nefese odamda bulmuştum. Neden bu şekilde imalar yapmaya devam ediyordu ki? Beni beğenmiş miydi yoksa sadece dalga mı geçiyordu anlayabilmiş değildim.

Terleyen avuç içlerimi yeni giydiğim eşofmanımın üzerinde gezdirirken, "Başlayalım mı o zaman?" diye sordum.

Bir an önce işini yapmalı ve bir daha karşıma çıkmamak üzere defolup gitmeliydi.

Belki onunla eğlenmek zevkli olabilirdi fakat o beni aşacakmış gibi bir his uyandırıyordu içimde. Bakışlarının değdiği her yer sanki emrine amade bir şekilde önünde diz çöküyor, onu Tanrı'ları ilan ediyorlardı.

Bunu her ne kadar kendime yediremesem de ilk kez risk almaktan çekiniyordum.

Gözlerini kısarak birkaç saniye beni süzdükten sonra, "Başlayalım." diye mırıldandı ve doğrulup sehpanın üzerine koyduğu çantasından bilgisayarını çıkardı.

"Yanıma gelin Bay Jung."

İlk önce tereddüt etsem de kafamı sallayarak tekli koltuğumdan kalktım ve aramızda biraz mesafe olmasına özen göstererek yanına oturdum, o ise bu sırada bilgisayarını açıyordu. Bana soyadımla her hitap edişinde tüylerimin diken diken olması bir yana içimde kaynamakta olan ateşin bir anda patlamasına sebep oluyordu ses tonu. Öyle derinden ve tutkulu bir şekilde konuşuyordu ki sadece konuşarak bile bana istediğini yaptırabilirdi.

passionate touchHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin