Bu hayatta her birimizin yerinin aslında teknik olarak farklı olduğunu hiçbirimiz inkar edemezdik. Eğer herkes eşit olsaydı birbirinin zıttı olan hiçbir kavram ortaya çıkmaz, herkes tek bir kalıba sığdırılabilirdi. Ama bunu bırak, biz daha birkaç insanı tek sıraya sokmakta zorlanıyorduk. Bütün insanları tek bir kelimeye sığdırmak o yüzden mümkün değildi.
Bahsini ettiğim zıtlıklardan birisi de kimisinin yüksekte, kimisinin de aşağıda olmasıydı. Kimin nereye, nasıl geldiğini ya da neden o kavrama uygun bir yaşam sürdüğünü bilemezdik fakat benim kafa yapıma göre insan biraz da kendi belirler, kendi seçerdi olduğu yeri. Yükselişe geçmek ya da yerin dibine girmek sahiden bu kadar zor şeyler miydi yoksa geçiştirmek kolayımıza mı geliyordu?
Kolayı seçmek alışkanlık haline gelmişti çoğu kişi tarafından, bu da inkar edilemezdi.
Öteki yandan her yükselen düşmez, her düşen de yere çakılmazdı. Bazı yazılı olmayan kurallar olduğu doğruydu fakat bu onlardan birisi değildi.
Yükselişin hızı bana göre düşüşün hızını asla etkilemezdi ki zaten söylediğim gibi, yükselince düşeceksin diye bir şey yoktu. Düşmek için yükselmeye de ihtiyaç yoktu zaten. Düşerken de bir yere mi tutunacaksın yoksa yere mi çakılacaksın, bu da bir bilinmezdi. Biri diğerinden daha kolay ya da zor diye bir şey de yoktu. Nasıl düşmek ayağının kaymasına bakıyorsa yükselmek de tek bir dalı sıkıca tutmak ile alakalıydı.
Yani bu, toplumlar arasında oluşturulmuş bir algıdan ibaretti bana göre.
Şu an olduğum yeri de seçen bendim mesela. Önüme bir teklif sunmuşlardı ve ben o an fazlasıyla cazip geldiğinden getirilerinin ne olacağını düşünmeden kabul etmiştim. Yükselecektim ya, o yeterliydi. Düşüp düşmeyeceğimi ise zaman gösterecekti, o zamanlar bunu düşünmenin bir manası yoktu.
Yükselmiş miydim emin değildim fakat düşüyordum ve bu, bu kez iyi tutunmadığımdan falan değildi. Olduğum yerden, yani en alt kattan aşağıya düşüyordum ben. Bu da mümkündü. Düşüşün herhangi bir sınırı yoktu çünkü. Tutunmadığın sürece durduramazdın. Senin en dip dediğinin de altı, onun da altı vardı.
Ve ben, doğduğum andan beridir her bir yanını ezberlediğim o basamaktan asla görmediğim diğer basamaklara doğru yuvarlanıyordum.
Geçtiğim basamaklarda başkaları dikiliyor muydu yoksa çevremdeki herkesin altına düştüğümden dolayı etrafım sadece karanlıktan mı ibaretti emin değildim zira bakmaya pek cesaretim yok gibiydi. Daha durmamıştım da zaten. Ben bu hızla yuvarlanırken beni tutabilen birisinin çıkacağını sanmıyordum. Kalıcı hasarımın olup olmayacağını da durduğum vakit görecektim. Meraklıydım bu konuda.
Merakımın olduğu bir diğer konu da şu an yanımda deliksiz bir şekilde on saattir uyuyan Suga'nın her şeyi biliyorum derken ki kastı bu düşüşüm müydü? Sadece bu muydu yoksa başka şeyler var mıydı?
Ya da tam olarak nasıl öğrenmişti? Ne zamandır biliyordu? Oturup araştırarak bulabileceği kadar açıktan mı hareket ediyorduk sahiden? Biz ne yapıyorduk? Bunun bir resmiyeti var mıydı ki?
Gafil avlanmıştık. Bunun başka herhangi bir açıklaması yoktu. Bulmuşlardı altı tane sazan, iş göremediğimizde de her şeyi bildiğimizden dolayı kalkıp bizi öldürecekler ve belki de kayıplara karışacaklardı.
Evet, güzel senaryo. Film çekiyorduk çünkü. Şaka gibiydi ve sinirlerim bozulmuştu.
Saat telefondan baktığım vakitte sabah onu çoktan geçmişti. Dün gece kollarımın arasında uyuyakaldığında onu arabaya bindirip evime getirmiştim ve o zamandan beri asla uyanmamıştı. Yani, arada dalıp gittiğim vakitlerde kalkıp geri yatıyorsa onu bilemezdim tabii. Evde kamera yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019