"Başını kaldırayım deme, sakın."
Takılan maskeler, soyut veya somut, bana göre herhangi bir duyguyu, huyu, düşünceyi saklamaya yetecek kadar güçlü değildi. Sözde oluşturulan bir kalkan bizi korumaya yetmediği gibi çevremize attığımız tel örgüler de bizi ulaşılmaz yapmazdı.
Bu yüzden ben izin verdiğim kadar diye başlayan her bir cümlenin doğruluğunu sorgulama gereği duymazdım çünkü en güçlü ve dokunulmaz insanların bile bir açıkları vardı, sadece bu durumu kullanarak bile sakladıkları düşüncelerini ve asıl kişiliklerini öğrenebilirdik. Sıkıştıkları an her şey sadece kendilerine odaklı ilerlerdi ve yakalarını kurtarmak için yapmayacakları şey kalmazdı.
İstisnai durumlar olabilirdi tabii, örneğin öldürsen bile söylemem gibi söylenimleri olan kişiler çıkabilirdi karşımıza. O zaman biz de öldürürdük onları. Sözde veya gerçekte. Birisi canını yakardı birisi bu dünyadan ederdi.
Her ne kadar kişiye kişiden değişebilecek bir düşünce olsa da bu savunmamın arkasında dururdum. İnsanların yapamayacağı bir şey kalmamışken, başkalarına ulaşmak dünyanın en zor işiymiş gibi davranmak bana göre kolaya kaçmaktı. Yattığın yerden ruhlara sızmak mümkün değildi tabii veya elini kaldırarak duyguların önünde diz çökmesini sağlamak... Böyle bir dünya yoktu elbet.
Demek istediğim doğru zamanda, doğru yerde ve doğru hareketlerle istediğimizi almak mümkündü. Sınırlar işgal edilir, duvarlar yıkılır, maskeler de rahatlıkla düşerdi böylece.
Bu yüzden, kendimi kasmak artık aptallık gibi gelmeye başlamıştı. İstiyorsam eğer; alırdım da, yapardım da. Aramıza koyduğu çizgiye doğru inatla adımlayabilirdim, maskesinin altına sakladıklarını gözlerine bakarak anlayabilirdim. Sonucunda belki ona dokunacağım sırada kaybedecektim fakat hayat zaten önümüze hiçbir zaman kesinlik sunmuyordu.
Ne olursa olsun hareket almaktan çekinmemeli, elimizde olana boyun eğmemeliydik. Temel sağlamsa eğer, korkmanın bir manası yoktu sonuçta.
Bu yüzden inatla kaldırdım başımı ve etrafımda dönmeye devam eden bedenin kömür karası gözlerine erişmeye çalıştım. Abartılı bir şekilde büyük olan bir tüyün takılı olduğu siyah, simli maskesinin ardından bile alev alan irislerini görebiliyordum. Oysa dudakları düz bir çizgi halinde, tavırları ise fazla stabildi. Bir yandan donuk ifadesi ondan çekinmeme sebep olurken gözlerinde gördüğüm bu sıcaklık en doruk noktaya ulaşmayı istememe sebep oluyordu.
Yine de gözlerine güvenecektim, kalbin ve düşüncelerin aynası olduğu söylenen o iki kapıya inanacaktım. Yanılma ihtimalini umursamadan işime gelen gerçekliğe tutunmak belki hayalcilik gibiydi fakat hisler, aynı şeyi söylemiyordu.
Gözlerini kaybettiğim sırada sırtımda beliren kesilme dürtüsü, ardından gelen hafif yanma hissi tenimde dalga dalga yayıldı. Dişlerim arasından ufak bir tıslama dökülürken karnım içeri göçer gibi olmuş, üst bedenim öne doğru atılmıştı. Üstelik bileklerimde varlığını belli eden kelepçeler de, ani hareketimle sıktığı yerleri sızlatmıştı.
Fakat bu canımı yakmak yerine haz duymama ve daha fazlasını istememe sebep oluyordu. Dudaklarımdan dökülen iniltiler kesinlikle mimiklerimde oluşan şeytani ifadenin bir getirisiydi. Buna rağmen içimde, sadece onun yanında kendisini ortaya çıkartan, ufak veya büyük, teninin tutkusuyla harmanlanmış bir canavarı tatmin etmeye yetmiyordu.
"Sana başını kaldırmamanı söyledim değil mi?" Derin sesi tam önümde durduğunda yüzüme çarpar gibi, tokmakla vurduğun zaman titreşen asma zil misali, bir rüzgar estirmişti bana doğru. Eline fazlasıyla yakışan zinciri sırtıma doğru atıp bacaklarını bükmeden bana doğru eğilmiş, parmakları çenemi bulmuş, baş parmağını ağzıma doğru itmişti hızla. Dilimle girdiği savaşı usta bir şekilde çevreleyerek kısa bir sürede kazandığında dudaklarında iblisin döktüğü parıltılar yeşerdi. "Söz dinlemeyi ne zaman öğreneceksin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019