9

587 86 106
                                    

Hayatı boyunca hiçbir zorlukla karşılaşmamış, o her şeyi toz pembe gören tiplerdendim.

Çocukluğumdan beri mutlu bir ailenin içinde büyümüş ve fazlasıyla da iyi bir şekilde yetiştirilmiştim. Bazen şımartılmış, yeri geldiğinde de yaptıklarımdan dolayı cezalandırılmıştım.

Ev ortamında anlaşmazlıklar çok nadir olurdu çünkü herkes yapılanları alttan almayı bilir, olanlara bir noktadan sonra saygı duyulması gerektiğinin bilincinde olurdu. Böyle sakin ve huzurlu bir ortamda yetişen bir çocuğun kötülüklere karşı iyi bir tepki vermesi imkansız gibi bir şeydi, sonuçta hep iyiliğin, şefkatin tadını alarak zihnini büyüten benliğin kendi bildikleri dışında olan kötü duygulara karşı tökezlerdi.

Yani genel olarak böyle olurdu.

Bende ters giden bir şeyler vardı, ne zaman o saf ve temiz duyguların dışına çıkmıştım bilmiyorum ama cennette mutlu bir şekilde yaşamak yerine kendi kendime bir cehennem oluşturup, bütün günahları kendim yarattıktan sonra melekleri kutsamak ve benliğimi o ateşte yakmak daha cazip gelmişti.

Her ne kadar inkar etmeye kalkışsak da hepimizin içinde asıl isteklerimizi belli eden bir ses, bir his vardı. Oturup bir şeyler düşündüğümüz o an her ne kadar gerçekleri inkar etsek de o sese yenildiğimiz an olurdu çünkü zaten bir ikileme düşmek diğer seçeneklerin daha doğru olduğunun bir kanıtıydı.

Etrafınızdaki herkes bir şeyler söylerdi, doğru veya yanlış. Bunlar genelde sadece o durumda kendilerinin ne yapacağını ortaya dökmek olurdu, buna da empati dememiz absürt dururdu zaten.

Benim için onların ne yapacağı önemli değildi, benim için içimdeki o sesin ne istediği ve ben kendimi boşluğa bırakırsam beni nereye yönlendireceğiydi.

Bu yüzden kendi bildiklerim üzerinden ilerleyerek hayatım boyunca bana ön ayak olan hislerimi ortaya çıkarma vaktim gelmişti.

Şu an içimden televizyon izlemek geldiği için sıkılsam bile koltukta şekilden şekile girerek kanal değiştiriyordum, yaklaşık yirmi dakikadır hala izleyecek bir şey bulamamıştım fakat eğer televizyonu kapatıp kalkarsam yapmam gereken işler gün yüzüne çıkacaktı ve benim parmağımı bile kıpırdatmak canım istemiyordu.

Seokjin büyük ihtimal iş başı yapmıştı, bu yüzden beni dakika başı rahatsız etmiyordu- ki en azından bir gündür. Bu onun için büyük bir rekor olduğundan başına bir iş gelip gelmediğini öğrenmek için arama isteğim her saniye artmaya devam ediyor, bir süre sonra da kendi kendime kurduğum senaryoların saçmalığına gülüyordum.

Kim Seokjin'e hiçbir bok olmazdı, buna kalıbımı basabilirdim.

Bu yüzden düşünmemeye karar verip kumandayı bir kenara bıraktığımda yüz üstü bir şekilde ayaklarımı koltuktan arkaya sarkıtırarak duruyordum ki bu sırada gözlerim sehpanın üzerindeki telefonuma kaydı.

Böylece zihnime düşen dün gece, hafifçe tebessüm etmeme sebep olmuş ve böylece telefona doğru uzanarak elime almıştım. Telefonun arkasını çevirerek siyah kılıfı hafifçe açıp hemen karşıma çıkan o küçük kağıdı dikkatlice telefonun arkasından çıkardım.

KSG.

Bu üç harf büyük ihtimal gerçek adı olmalıydı.

Rehbere girerek numarasını kaydettikten sonra ana ekranıma geri döndüğümde gözüme çarpan ilk şey mesajlar bölümünde duran üç bildirim oldu. Bir anlığına kimden geldiğini kafamdan sorgulasam da birkaç saniye sonra her şey yerine oturmuştu.

Hayatımda edindiğim felsefe, sanki bir günlük ömre sahip olan bir kelebek türünün diğer ömrü daha fazla olan kelebeklere bakarak iç geçirmesi ve zaten bir günüm var, zamanımı neden onlarla harcayayım ki demesi gibi bir şeydi. Tek başına dünyanın bütün güzelliklerinin tadını çıkarabilir miydi orası şüpheliydi.

passionate touchHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin