Nefes aldığımız her bir saniyede zihnimizin içinden binlerce düşünce geçer, buna bağlı olarak da birçok karar alırdık. Alınan en küçük kararın bile büyük bir savaşa yol açtığını, bu savaşa karşı ölüm kalım mücadelesi vererek ayakta kalmaya çalıştığınızı hayal edin. Hala nefes almaya devam ederek savaşır mıydınız yoksa zihninizin istila edilmesine boyun eğerek bütün düşüncelerin esiri mi olurdunuz?
Şu ana kadar attığım bütün adımlarda aldığım kararların arkasında bütün gücümle durdum, yanlış olsa bile. O benim düşüncemdi ve ne olursa olsun ona sahip çıkmam gerekirdi. Eğer fikirlerimizi savunamıyorsak Anka'nın küllerinden doğmak yerine o küllerde boğulmaya mahkumduk.
Mahkumiyet bana göre olmadığı için belki de her bir nefesim için savaşıyordum. Dışarıdan her şeyi dalgaya alan ve eğlencesine düşkün birisi gibi görünüyor olabilirdim ancak benim de herkes gibi zihnim ve duygularım vardı. Ben de hissediyordum bazı şeyleri, bazen düşünmekten delirecek haddeye geliyor, bazen o derin kuyuda kendimi boğarak yok etmeye çalışıyordum.
Attığım her adımın çetelesini tutmamın sebebi bu yüzdendi. Zihnim en ufak detaylara bile takılacak şekilde programlandığı için içindeki savaşı yok etmek adına kendimi sağlama alıyordum her zaman. Buna rağmen herkesin bir korkulu rüyası vardı. Bir gün rahat bir uyku çekmek adına yatağımıza girdiğimizde o dünyanın içinde bulacaktık kendimizi ve içinde bulunan şeytan bize bir enkaz oluşturacaktı.
Fakat şeytana bağımlı olduğumuz için sırf o yarattı diye enkaza evimiz diyecektik.
Eğer hayatım boyunca karşıma daha büyük bir zorluk çıkmazsa Suga bu şeytanım olabilecek tek kişiydi. Zihnimin içindeki savaşları daha da tetikleyerek beni bu karanlığa hapsedecek, hatta belki de yok edecekti. Bunları hesap ettikçe zihnim düşünmekten fazlasıyla yorgun düşüyor ama sanki bu benim cezammış gibi günlük rutinlerimi bile aksatacak kadar kendimi düşüncelerime kilitliyor, anahtarını ise şeytanım saklıyordu.
Buna boyun eğip eğmeyeceğim ayrı bir tartışma konusuyken daha fazla düşünmemem gerektiğini fark edip dirseklerimi yasladığım bar tezgahından doğruldum. Başım delicesine ağrıyor ve oradan da kulaklarıma vurduğu için beynimin içinden bıçak geçiyormuş gibi hissediyordum. Çalan gürültülü müzik de bu ağrıyı tetiklediği için eve gitmediğim sürece bunu çekeceğimi biliyordum.
Derin bir nefes alarak elimdeki bezle can sıkıntısından tezgahı milyonuncu kez silmeye başladığımda sandalyelerden biri hareketlenmiş, kafamı kaldırdığım zaman daha önce hiç görmediğim bir silüetle karşılaşmıştım.
Esmer teni üzerine serpiştirilmiş gözleri fazlasıyla dolu ve dalgındı. Kirpikleri bile bu ağırlıkla titriyor, sanki ufak bir dokunuşla hepsi tek tek dökülecekmiş gibi görünüyordu. Titreyen pembe dudaklarındaki ve gölgeli burnunun ucundaki beni ufak bir dokunuş gibi görünse de sanki onu ilahlaştırmıştı. Kırmızı saçlarının dağınıklığı, desenli gömleğinin açılmış birkaç düğmesiyle aynı görüntüye sahipken açılan boynunda el yazısıyla bir dövme vardı fakat net bir şekilde okuyamıyordum.
Kemikli ve uzun parmakları olan elini tezgaha koyarak birkaç kez vurduğunda, "Bir şeyler verir misin?" diye sordu hırıltılı ve derin sesiyle. Dışarıdan görünüşü sarhoş bir kimseyi anımsatsa da konuşmasında hiçbir problem yoktu. "Ağır olursa sevinirim. Silmem gereken birisi var."
Kafa sallayarak arkamdaki raftan votka şişesini alıp açtıktan sonra kadehe doldurup herhangi bir şeyle karıştırma gereği duymadan tezgahtan ona yolladım. Parmakları hemen kadehi kavrarken hiç beklemeden kafasına dikmiş, fazla uzun sürmeden de dudaklarını ağır ağır ıslatarak gülmüştü. Sanki tadına varmış fakat bundan da hiç hoşnut olmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fiksi Penggemar"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019