15

594 73 46
                                    

Tüle yakın bir incelikte olan kırık beyaz renginde perdelerden, kapalı olmasına rağmen giren gün ışığı; tam da iki çıplak beden arasına vurmakta, hatta kızıl saçlı olana daha yakın biçimdeydi. Tam da cama dönük konumda uyuduğundan olsa gerek yüz hatları daha bir parlak, canlı ve zarif görünüyordu. En azından dakikalardır onu izleyen yeşil saçlı için durum aynen bu şekildeydi.

Banyodan çıktıktan sonra, fazla geniş olmamasından kaynaklı olarak oda oldukça sıcak gelmişti ikisine de. Bu yüzden pikeleri kullanmak yerine şu an sadece alt bedenlerini örtmekte olan gri tonlarında bir çarşaf bulmuşlardı. Griyi, kızıla çok yakıştırmıştı Suga. Uyandığı andan beri bunun farkında olmasına rağmen gözlerini tam olarak açıp ayıldıktan sonra daha da emin olmuştu. Gerçi, gözünde her şey ona yakışır gibi geliyordu nedensizce. Ten rengi sanki sadece ona özgüydü. Ne açık ne koyu. Hâl böyle olunca, aslında fazlasıyla cılız kalabilecek bu beden her şeyi kendisine yakıştırabilirdi sanki.

Ufak fakat en yakışır tabir belki de gökyüzü olabilirdi onun için. Her haliyle güzeldi çünkü. Bütün şeffaflığıyla açık mavi de olsa, beraberinde getirdiği fırtınalarla laciverte bürünse de, kar tanelerinin habercisi olduğu vakit absürt bir pembelik kaplasa da; gece veya gündüz, yaz ya da kış... Güzeldi işte. Dokunulmaz, yanaşılmaya kıyılmaz düzeyde hem de. Abartı falan da değildi üstelik. Gözlerini kırıştırıp dişlerini ortaya çıkardığında güneş açardı mesela veya herhangi bir şeye anlam veremediği vakit kaşlarını birbirine yaklaştırarak çatıp dudak büktüğünde bir sis çökerdi. Meraklandığı zamanlarda gözleri koca koca olur, işte tam o an da ufak bir meltem eserdi.

Her ne kadar birbirlerinin hayatlarına girdikleri süre zarfı fazlaca kısıtlı olsa da Suga bu süre içinde Hoseok'un bütün mimiklerini, konuşma tarzını, kısaca bir insanda neye dikkat edilirse her bir detayını ezberine kazımıştı ve normalde çoğu şeyden memnuniyet duymayan bir olgu, birkaç mimiğin esiri olmuştu belki de saniyeler içinde.

Neden, diye düşünmeden edemiyordu bu yüzden. Sorguluyordu sürekli. Hatta belki de kafası da bu sebepten ötürü dolu ve geçilemez bir labirent haline gelmişti. İstediği bu değildi, beklentisi hiç değildi. Elinde olmadan, bir anda gelişiyordu sanki her şey. İpin ucunu kaçırmış olmanın ağırlığı ilk kez bu denli baş gösteriyor olsa gerek düşündükçe düşünüyor, hiçbir yere varamamanın ağırlığıyla devam ediyordu tekrar ve tekrar.

Bir şey söyleme, sadece bil. Senden bir şey beklemeden, öylece hoşlanıyorum.

Başına destek yaptığı kolu uyuşur bir hale geldiği vakit tuttuğunun bile farkında olmadığı nefesini bırakarak yatakta tamamen doğrulur pozisyona geldi ağırca. Sırtını yatak başlığına yaslaması ardından gözlerini kapatarak usanmaz bir tavırla uzunca nefes verişiyle bir süre öylece bekledi. Zihninin içinde, saatlerdir yankı yapan sesi bir türlü gitmek bilmiyordu. Aynı cümleyi defalarca, takılmış plak gibi tekrar edip duruyor ve kendisine resmen işkence eder gibi zihnini susturma gereği dahi duymuyordu.

Hoseok bunu söyledikten sonra Suga ne diyeceğini bilememişti, ki onun da bir şey beklemediği fazla barizdi. Hatta ortaya bir bomba atmamış gibi davranmaya, o saniyeler asla yaşanmamışça gülmeye ve konuşmaya devam etmişti gece boyu. Suga da ona ayak uydurmak zorunda kalmıştı böylelikle. Her ikisi için de yok saymak doğru bir seçenek miydi tartışılır bir konuydu fakat o an iki zihne de mantıklı gelmiş olmalı ki itiraz edilmemişti.

Ne denirdi ki böyle bir durumda? Tamam diyerek geçiştirmek miydi doğru olan yoksa susmak mı? Hislerin karşılıklı olduğu veya bir duygu kırıntısı olmadığı nasıl anlaşılırdı? Ruh mu bilirdi bunları her şeyin yöneticisi olan beyin mi? Peki, zaten beyni bedenin sahibi yönetmez miydi? O halde iç güdülere mi kalmış demekti her şey?

passionate touchHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin