Rüyaların hep ne denli güzel olduğunu anlatmak adına, mutlu olduğumuz anların çoğunda rüya gibi ya da bu bir rüyaysa hiç uyanmayalım, gibi tabirler sıklıkla kullanılırdı.
Fakat rüyaların güzelliği, içimdeki şu kıpırtıyı anlatmaya yetecek kadar nirvana seviyesine tek bir saniye bile çıktığını sanmıyordum.
Gerçek olduğuna inanamıyordum dün yaşananların. O evden hangi kafayla çıktığımı asla hatırlamıyordum mesela ya da Suga ilk yanıma geldiği saniye ne diye o denli yükseldiğimi, asla bilmiyordum. Yine korkmuştum belki de. Ardımdan geldiği an her şeyin düzeleceği o kadar belliydi ki, o kafayla kendimi anlamasam bile bunu hissetmiş ve yine içten içe bir yenilgiye uğramıştım, kim bilebilirdi?
Üzerimden öyle bir yük kalkmıştı ki tüy kadar hafiflediğimi hissetmiştim kolları arasında. Az buz da olsa içimdeki şeyleri dile dökmek, daha doğrusu dökebilmek sahiden de iyi gelmişti. Bunun sonucu ise yağmurdan sırılsıklam olmuş bir şekilde ıslak bir öpüşme sonrası burnumuzu çeke çeke bindiğimiz arabası olmuştu. Yolun ortasında kalan Taehyung'un arabasına ne olmuştu bilmiyordum fakat evden ayrıldığımız an kapının önündeydi. Birisine getirtmiş olmalıydı.
Eve geldiğimiz an ne Jimin'i ne Taehyung'u ne de Seokjin'i görmüştüm. Hepsi yukarıda olmalıydı ve biz aşağıdan asla ayrılmamıştık resmen. Tuvaletimin falan geldiğini de hatırlamıyordum. Kolları arasında, sarmaş dolaş bir şekilde canımız sıkıldığında öpüştüğümüz fakat asla ses etmediğimiz saatler içinde ondan başka hiçbir şey hislememiştim zaten.
Gece yarısına kadar asla uyumadan öylece durduktan sonra hiçbir eşya alma gereği duymadan el ele evden ayrılmış ve Seul'e doğru ikimiz yola çıkmıştık. O yolculuk esnasında uyumuştum zira uçakta uyuyakalmak istemiyordum.
Tek tuhaf diyebileceğimiz durum, şu vakte gelesiye kadar doğru düzgün asla konuşmamamız olmuştu. Gözlerimiz konuşuyor gibiydi sadece. Sanki seslerimizi o yolun ortasında bırakıp gelmiştik ve kısa kısa kelimelerle anlaşmıştık.
Farklı bir şehir havası da başımı döndüren etkenler arasındaydı lâkin onun varlığı zaten rüyadan öte bir güzellikti. Uçmak bile hafif kalırdı. Sadece içine girdiğim duygu durum bozukluğundan dolayı ağlayarak kahkaha falan atmak istiyordum.
Bunu yapabilirdim. Öyle ki şu durumu günlerce sindirebilecek gibi görünmüyordum.
Ona aşıktım.
Bana aşıktı.
Karnıma yediğim sayısız darbe ve kasılmayla paramparça ettiler yine fakat bu içimdeki gülme isteğini daha çok arttırmıştı. Hiçbir şey bana zarar veremez gibi hissediyordum tuhaf bir şekilde. Varlığı, o kadar büyüktü ki gözlerimde, yanımda, ruhumda; her şey artık daha anlamlı ve daha yaşanılabilirdi benim için.
Şu an ise, bir boşluktaydım. Belki de nerede olduğumu bilmediğim için böyle söylüyordum fakat ayaklarım yere değmiyordu bile. Bileklerimden yukarıya çekilmiştim ve bir rüzgâr olsa sallanıp duracaktım sanki.
Bu his bile karnımın içinde tuhaf bir patlama yaratıyordu. Ya da sadece erekte hâlde olduğumdan güneş başıma vurmuş gibi iyicene karman çorman olmuştu içimde yaşananlar.
Bu esnada, "Baksana," diye fısıldadı tam kulağımın dibinde, sıcak nefesini buz gibi olmuş tenime çarparak. Nerede olduğunu asla görmediğim için ürpermiştim de üstelik fakat bu, sadece daha da sertleşmeme sebep oluyordu.
Ondan öncesi ve sonrası diye ayrılacağım bir konuma gelmiştik. Min Suga, sahiden de benim dönüm noktam olmuştu ve ben, iliklerime dek yenilendiğimi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
passionate touch
Fanfiction"Belki de artık zincirlerimi kırma vakti gelmişti." • 2019