Kahverengi, parlak kıllara sahip atımın üstünde içimde müthiş bir öfkeyle ilerliyordum.
Azgedaya vardığımda ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu, tek bildiğim hayatımda hiç bu kadar öfke duymadığımdı.
Elimde olsa önüme çıkanı öldürürdüm ama biliyordum ki Azgedada herkes savaşçı olarak doğardı ve intikam almaya gittiğim o yerden eninde sonunda benim de cesedim çıkardı.Azgeda'nın sınırlarına geldiğimde yüzümü, pelerinirimin şapkasını kafama geçirerek sakladım.
"Atlı! Dur!" diye kükredi biri.
Atımı durdurup indim.
Bana seslenen adama doğru emin adımlarla yaklaştım.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?"
Adam pelerini sertçe açarak yüzümü eliyle sıktı.
"Kral Roan'a Polis'den haber getirdim." dedim sesimi titreterek.
"Hangi klandansın?" dedi adam kaşlarını çatıp beni bırakarak.
"Skaikru."
Adam kısaca güldü.
"Git bakalım aptal uzaylı."
Azgedalılar uzaydan geldiğimizden dolayı bizim dövüş yeteneklerimizin olmadığını sanıyordu.
Cebimden çıkardığım hançeri adamım göğüsüne iki defa sapladım.
"Teşekkürler, çok naziksin."
Adamın yere serildiğini gören yerlilerden biri uzaktan koşarak bize doğru geldi.
Kılıcını çeken adamla kısa bir süre boğuştuktan sonra onu yere sermeyi başarabilmiştim.
son nefesini bana küfür ederek harcayan yerliyi bir süre izledim.
Azgedalıların arasında kendimi belli etmemem için onlar gibi görünmem gerekirdi, adamların ceplerinden çıkan beyaz savaş boyalarını ve sırtlarındaki yay ve okları aldım.
Ardından hiç bir şey yaşanmamışçasına atıma binip klanın kışlasının olduğu yere doğru hızla ilerledim.Kışlaya gitmek aptalcaydı, bir başıma onlarca savaşçının arasına dalacaktım.
Ama en ufak korku kırıntısı yoktu içimde.
Isabelle benim yerimde olsaydı hiç düşünmeden tüm Azgedayı yakardı bunu biliyordum.
Ailem yerine koyduğum o güzel sarışın kızın, ardında bıraktığı küçücük oğlunun ve klanımızdaki yaşamları yarım kalmış insanların kanını yerde bırakamazdım.
Kışlaya vardığımda bir ok yiyerek ölme ihtimalim çok yüksekti akıllıca davranmalıydım, bu nedenle kışlanın yakınlarında bir yerde atımı durdurdum.Beyaz savaş boyalarını yüzüme sürerken yanımdan hızlıca geçen bir tavşanı gözüme kestirip okla vurdum.
Artık siyah kana sahip olduğumdan kan döktüğüm an beni öldürmek yerine kanım için daha beter şeyler yapacaklarını biliyordum.
Tavşanın kanını her yerime boca ettikten sonra atımı kışlaya sürdüm.Kışlaya vardığımda soğukkanlılıkla indim atımdan, emin adımlarla kışlanın içerisindeki kulübeye yürürken üzerimde hissettiğim onlarca bakışla irkildim.
Yüzümü pelerinimle gizliyordum buna rağmen sorgulayıcı bakışlar sanki pelerini delerek yüzümü görüyordu.
Kulübenin içinde içicek servis eden adamdan yalnızca şerbet istedim.
Adam elinde tuttuğu yamuk bardağı bir kumaşla silerken boğazını öksürerek temizledi.
"Yüzünü göstermeyecek misin yabancı?" diye sordu derin sesiyle.
"Bizim klandan mısın?" diye üsteledi.
Pelerinimi açıp yüzümü gösterdiğimde bir süre beni inceledi, etraftakiler eğilmiş yüzümü tanımaya çalışıyorlardı.
"Floukru'yu yerle bir eden sizler misiniz?" diye sordum sakin bi ses tonuyla.
Adam keyifle kıkırdadıktan sonra bardağıma şerbet doldurdu.
"Sen de mi bize eşlik etmek isterdin ufaklık."
Adımın bu neşeli halini görenler benim yabancı olmadığımı düşünerek işlerine geri döndüler fakat bazıları vereceğim cevaba kulak kabartmışlardı.Dudağımın kenarıyla gülümsedim.
"Öyle çok isterdim ki."
Adam sinir bozucu bir şekilde kahkaha atarken bir yandan bıyıklarını okşuyordu.
Çevik bir haraketle tezgahın öbür tarafına; adamın yanına geçip hançerimi adamın boğazına dayadım.Etraftaki herkes soluklarını tutarken bir yandan kılıçlarını çekmişlerdi.
"Ben floukrunun savaşçısıyım! İntikamımızı almaya geldim. Sizinle tek başıma yüzleşecek cesareti gösteriyorum, alçaklık etmeyin! Karşıma çıkın!" diye haykırdım ve adamın boğazını kestim.
Birinin yaşadığı şaşkınlıkla attığı çığlık dışarıdakilerin de içeri dolmasına sebep oldu.Yeniden tezgahın öbür tarafına geçtim ve açılan boş alanda birilerinin karşıma çıkmasını bekledim.
Önce uzunca bir kadın karşıma çıktı, çok geçmeden yerler onun kanıyla boyamıştı.
Gözleri yaşlı bir adam haykırarak önüme atladığında o da kadına eşlik etti kısa bir süre içerisinde.
Onlardan sonra karışma ikişer üçer şekilde çıktılar.
Yerler cesetle dolduğunda karşımda yalnızca üç kişi kaldı.
Aralarından bir tanesi kılıcını yere bırakarak titreyen ellerini havaya kaldırdı.
Diğerleri onlara eşlik ettiğinde gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Teslim olanlardan birinin yanına giderek ona doğru eğildim.
"Neden? Neden yaptınız bunu bize!"
Karşımda küçücük kalmış iri yarı genç titreyen gözlerle bana baktı.
"Ateş sizdeydi-." diyebildi.
Yakasına yapışıp kaldırdığım yumruğumu bir süre sonra indirdim.
"Kahretsin!"
Elimle yüzümü kapatıp gözümden akan yaşları sildim.
Daha fazla dayanamayarak kışladan çıktığımda yüzüme vuran güneş üzerime sinmiş kan kokusunu daha da keskinleştirdi.
Huzursuzca bana bakan atımın başını okşadıktan sonra yeniden üzerine bindim.
Rotam bu sefer kampa doğruydu.İçimdeki öfke yerini iç yakan bi kedere bırakmıştı.
Gün batarken çıktığım yolun ertesi günün öğle saatlerinde sonuna yaklaşmıştım.
Kampın işlek sesini duyabiliyordum.
Atımla kapının önüne vardığımda nöbet sırası Millerdaydı.
Yanındaki görevli bana silahını doğrulturken Miller beni tanıdı.
"İndir silahını!" dedi kısaca yanındakine bağırarak.
Kapıyı açmaya uğraşmadan duvarın üstünden atlayarak yanıma geldi.
Attan inmeme yardımcı oldu.
İştahım olmadığımdan günlerdir yemek yememiştim bu artık tüm bedenime yansıyordu.
Yorgunluktan sızlayan bedenim Miller benim koluma girmeye çalışırken inlememe sebep oldu."Üstün başın-." cümlesini tamamlayamadan lafını kestim.
"Endişelenme bende bir şey yok."
Güven veren bir edayla söylediğim bu cümle Miller'ın derin bir oh çekmesine neden oldu."Luna seni beklemekten üç gündür uyumuyor." dedi kampa girdiğimizde.
"Beni odaya bırak onu da yanıma çağır." diye yanıtladım kısaca.
Onaylayarak başını salladı.
Odaya vardığımızda yatağa oturmama yardımcı olduktan sonra Luna'yı çağırmak üzere odadan çıktı.Uykusuzluğun, açlığın ve dövüşmekten tutulmuş bedenim artık isyan ediyordu.
Luna tatlı bir telaşla odaya dalarak beni gördüğünde duraksadı.
Bu kısa süreli duraksamanın ardından ayağımın dibine çökerek ellerime öpücükler kondurdu.
"O kafayla gitmene izin verdim, dönemeyeceksin diye çok-."
Konuşamadı ve hıçkırıklara boğuldu.
Başını dizime yasladığında saçlarını okşamaya başladım.
"Burayım, güvendeyim, seninleyim güzelim." dedim onu rahatlatmak isteyerek.
Başını hafifçe kaldırarak gözlerini bana dikti.
Ardı ardına yaşlar akan güzel gözlerine eğilerek bir öpücük kondurdum.
Yatağa; yanıma oturduğunda elini yüzümde gezdirdi.
"Kanları temizlemeliyiz." dedi hıçkırıklarının arasından belli belirsizce.İçeri dalan Bellamy'nin "Tanrım!" diyişiyle irkildik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tüm yalnız insanlar||The100
FanfictionY/N Murphy, 100 çocuk suçlunun bulunduğu indirme gemisine gizlice binerek dünyaya iner. Dünyayı ve kendini hiç beklemediği bir halde bulacağından haberi yoktur...