16

803 89 44
                                    

Lisa artık hiçbir şeyi sorgulamıyor, bu hayaleti teselli etmek istiyordu. Bunun ne kadar garip olduğunu düşünmüyordu bile.
"O...yani Lilian... senin öldüğünü bilmiyor muydu?"

"Hayır. Lilian o gece ben olmasam bile oradan kaçtı. O gece gelmemem ertesi gün abisiyle evleneceğim anlamına geliyordu ve bunu görmek için orada olmaya dayanamazdı. Öldüğümü anlamadığım ilk anlarda kıyıya ulaştığımı sandım. Ama Lilian cevap vermiyordu, çünkü beni görmüyordu. Sadece içinde benim fotoğrafım olan madalyonu yere fırlatıp oradan uzaklaştı. Senin bulduğun madalyonu."

Lisa sanki her gün dinlediği bir hikayeyi dinliyormuş gibi başını salladı. 

"Ben bulana kadar, yani uzun zaman boyunca o madalyon oradaydı yani..."

Jennie başıyla onayladı. 

"Onu bulabilecek tek kişi de sendin."

Lisa şaşkın bir ifadeyle Jennie'ye baktı. Bu ne anlama geliyordu? Jennie acı şekilde gülümseyerek açıkladı. 

"Her şeyin bir sebebi vardır Lisa. Sen o gece uzun zaman önce kaybettiğin bir eşyanı buldun."

"Nasıl yani?"

"Sen Lilian'a sadece benzemiyorsun... Sen zaten osun."

Elini Lisa'nın göğsüne koydu. 

"Lilian burada. Bundan eminim."

Lisa anlamıyordu, Jennie'nin neden bahsettiğini ve neden gözlerinin dolduğunu da bilmiyordu. 

"Bizim bir ruhumuz yok Lisa. Biz ruhun ta kendisiyiz. Sadece geçici bir süreliğine bir bedene sahip oluruz. O bedeni kaybettiğimizde de kendimize yeni bir ev bulmamız gerekir. Lilian'ın yeni evi sensin, senin bedenin. O madalyonu senin dışında kimse bulamazdı. Buraya geldiğin ilk an elinle koymuş gibi buldun çünkü o zaten sana aitti."

"Ama ben...anlattığın şeylerin hiçbirini hatırlamıyorum."

Jennie şefkatle Lisa'nın yanağını okşadı. 

"Hatırlaman mümkün değil zaten. Ruh aynı olsa da yaşadığın hayat ve anıların farklı." 

"O olduğuma emin misin?"

Jennie gülümseyerek başını salladı, artık onun da gözleri dolmaya başlamıştı. 

"Sen gelene kadar gölün yüzeyine çıkmayı başaramamıştım."

Lisa Jennie'nin neden Lilian'la gezdiği yerler dışında hiçbir kara parçasına adım atamadığını  şimdi anlıyordu. Evinin olduğu kıyıya asla ayak basmamıştı mesela, çünkü yaşarken oraya asla ulaşamamıştı. Ruhu göle hapsolmuştu ve sadece Lilian'la gezdiği yerlere gidebiliyordu. Yani aslında bir zamanlar Lisa'yla birlikte gezdiği yerlere. Büyük eve gitmemesinin sebebi de buydu işte. Harabe diyerek konuyu değiştirmeye çalıştığı o büyük ev onun ölmesine sebep olan kötü anıların merkeziydi. Lilian'la ziyaret etmeyi asla istemeyecekleri bir yerdi. 

"Peki şimdi ne olacak?"

"Gideceğim," dedi Jennie düşünmeden. 

"Seni bir kez daha görecek kadar şanslıydım. Artık burada kalmam için bir sebep yok."

"Peki ya ben?"

"Ruh olarak tanışıyor olsak da sen bir insansın Lisa. Ben ise bir hayaletim. Bedenlerimiz asla bir arada olamaz çünkü benim bir bedenim yok."

Elini havaya kaldırdı ve uçuşan toz parçaları gibi dağılışını gösterdi. 

"Çok kısa bir süre sonra beni göremeyeceksin. Çünkü ruhumun acı çekmesinin sebebi olan şeyden kurtulmama yardım ettin. Tam olarak yok olamamamın tek sebebi Lilian'ın sözümü tutmadığımı düşünmesi ihtimalinin içimde yarattığı ızdıraptı. Ama artık biliyorsun. Artık dünyayı terk edebilirim."

Jennie başka bir şey söylemeden boynundaki madalyonu çıkarıp Lisa'nın boynuna doğru yaklaştı. 

"Eğer biraz olsun şanslıysak, sen bu hayatı yaşarken bir kez daha karşılaşırız."

Lisa Jennie'nin elini tutmaya çalıştı, ama artık bunu yapamıyordu. Kavrayabildiği tek şey koca bir boşluktu. Jennie "sorun değil" der gibi gülümsedi. Ama artık ağlamaya başlamıştı. 

"Gözlerini kapat."

Lisa sorgulamadan gözlerini kapadığında akmayı bekleyen gözyaşları hızlıca yanaklarına inmişti. Dudaklarında sanki bir kelebeğinin konuşunun yarattığı kadar küçük bir gıdıklanma hissettiğine emindi. Bu kelebek, Jennie'nin öpücüğüydü.

Madalyonun ağırlığını boynunda hissettiğinde gözlerini açtı. 

Jennie gitmişti. 




The Locket | jenlisa Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin