33

672 76 13
                                    

Öpücük bir hayat iksiri gibi Lisa'nın içine işlerken sadece şaşkınca Jane'e bakmakla yetindi bir süre. Daha sonra kızı kendine çekip kendi hayat iksirinden sundu. Bu öpücük ona vereceği sayısız öpücükten biriydi, öyle olmalıydı. Daha ilk öpücük artık Jane'siz bir hayatın onun için mümkün olmayacağını haber vermişti ona. 

Alınlarını birbirlerine dayadıkları an artık ikisinin de çok iyi bildiği bir gerçeği bir kez daha sesli şekilde dışa vurdu. 

''Seni seviyorum.''

Artık eski hikayeler, masallar, bilmeceler yoktu. Sadece ikisi vardı. Söğüt ağacının gölgesindeki iki kız ve iki köpek. Bu kadar basitti. Olması gereken her şey oradaydı. Bu toprak zerrelerinin eskiden tanık olduğu tüm aşklar ve aşıklar gibi, oradaydılar işte. 

Yasaklar, hatalar ve cezalar yoktu. Kurumuş bahçeler ve dikenli otlar yoktu. Her şey orada ve tam o esnada tekrar başlamıştı. Yarım kalan bir aşkı tamamlamak için yola koyulmuşlardı. Jennie'nin dediği gibi bu sefer mutlu son olacaktı. Buna inanmak zor değildi. 

Artık aynı kapta erimiş gümüş parçaları gibiydiler, ayrılmaları mümkün değildi. Birbirlerini bulmuşlardı ve bir olmuşlardı. Artık her şey farklıydı. 

Jane Lisa'nın annesiyle tanıştı, daha sonra Bayan Kim ve Bayan Manobal daha sonra Bay Manobal ve Jane ve zamanla herkes. Jane yeniden doğmuştu. O koma onun için bir şeyin sonu değil daha güzel şeylerin başlangıcı olmuştu, artık bunu net şekilde görüyordu. 

Havaların soğumaya başladığı bir gece gölden esen tatlı rüzgar eşliğinde başı Lisa'nın omzunda yarı uyanık şekilde gülümsüyordu ve görüyordu. İlk öpücükten bu yana 1 ay geçmişti bile. 

''Lisa...'' dedi sakince başını kaldırırken. 

Lisa gülümseyerek sevgilisine baktı, ses tonundan ona bir şey soracağını anlamıştı ve Jane'in meraklı soruları onu her zaman gülümsetirdi.

''Efendim?''

''O malikaneye hiç gittin mi? Jennie'nin yaşadığı malikaneye.''

Lisa bir anlığına duraksadı. Kayığın devrildiği günden beri ne Jennie ne de Lilian'ın adı bir an olsun anılmamıştı. Hatta bu isimlerin Jane'in hafızasından sonsuza dek silindiğini düşünüyordu. 

''Bu nereden çıktı?'' diye sordu şaşkınlıkla. 

''Bilmiyorum. Sadece aklıma geldi.''

Jane gölün dibinde gördüğü şeyi Lisa'ya hiç anlatmamıştı. Nedense bunun bir sır olduğunu hissediyordu. Veya bunu bilmenin Lisa'ya bir şey katmayacağını. Çünkü artık yeni bir hikaye yazma vaktiydi. Yarım kalan hikayeyi tekrar tekrar okumak kimseye bir şey katmazdı. Her ne kadar Jennie'yle aynı ruhu paylaşıyor olsa da yaşadıkları onu Jane yapmıştı ve Lisa'nın Jane'i tanıması ve sevmesi gerekiyordu.

Lisa ılık rüzgar yüzünü okşarken düşündü. Gözleri farkında olmadan eski büyük malikaneyi bulmuştu. Kim bilir ne kadar zamandır bir hayalet gibi bomboş dikiliyordu. 

''Hiç gitmedim.'' diye yanıtladı neredeyse duyulmayacak şekilde. 

''Gitmek ister misin?'' diye sordu Jane bu sefer.

Lisa şaşkınlıkla kızın yüzüne baktı. 

''Neden... neden ki?''

''Hiç merak etmiyor musun?''

Jane'le geçirdiği günler başladığından beri Jane'den başka bir şey düşünmüyordu. Bu yüzden bu konudaki merakı giderek azalmıştı ama şimdi konu tekrar açıldığında Lisa bunu aslında ne kadar merak ettiğini fark etti. 

''Merak ediyorum,'' diye itiraf etti. Jane'e hiçbir konuda yalan söylemek ya da ondan bir şeyler saklamak istemiyordu. 

''Birlikte gidebiliriz...''

Lisa uzun bir süre düşündü, bunun onlara ne katacağından emin değildi ama kendini küreklerin başında bulması uzun sürmemişti.

....

Jane dizinde yatarken kürek çekmesi zor oluyordu ama Lisa bunu sorun etmedi. Jane'in su korkusunu yenmesi basit bir şey değildi bu yüzden gölü geçerken dizlerini yatıp gözlerini kapaması normaldi diye düşünüyordu, oysa Jane bunu sadece Lisa'nın dizine yatmayı sevdiği için yapıyordu. 

Kıyıya ulaştıklarında sevgilisinin alnına bir öpücük kondurdu. Kayığa bineli çok olmasa da belki de sallantıdan ve temiz havadan dolayı Jane çabucak uykuya dalmıştı. 

''Geldik mi?''

Lisa başını salladı. 

Ellerinde iki fener dışında hiçbir şey yoktu. Malikanenin hemen önündeki eski sokak lambası da işlevini çoktan yitirmiş gibi gözüktüğünden etrafın aydınlık olduğunu söylemek pek de mümkün değildi. 

''İçeri girebilir miyiz sence?''

''Sanmıyorum.''

Lisa feneri malikanenin üstünde gezdirirken binanın ne kadar büyük olduğunu bir kez daha kanıksadı. Kapının önündeki devasa asma kilit Jane'in umutlarını kırmıştı. Gerçekten içeri girmeyi çok istemişti oysa ki.

Lisa yine de kilide ilerleyip belki eski bir şey olabileceğini bu yüzden açılması için az olsa bir şansları olduğunu söylediğinde umutları tekrar yeşerdi ama kilit oldukça yeni ve sağlam gözüküyordu. 

Lisa bir süre kilidi zorladıktan sonra olumsuz şekilde başını salladı. Açık bir cam bulmak gibi çocuksu bir umutla fener yardımıyla malikaneyi tekrar taradı ama tüm camlara tahtalar çakıldığını gördü. Açık bir cam olmamasının yanı sıra camı kırarak içeri girmek de oldukça zor gözüküyordu. 

''Sanırım sadece uzaktan izleyeceğiz Jane.''

Jane dudağını bükerek büyük malikaneye baktı. İçeri girmeyi gerçekten istemişti. Sanki bunu başarırlarsa bir şeyler bulacağından emin gibiydi. Elindeki feneri rastgele etrafta gezdirirken paslı posta kutusunu bulunca gözleri büyüdü.

''Lisa, posta kutusu!''

Lisa feneri aynı yöne tuttu ve başını salladı. Asma kilidi aşmak zordu ama küçük bir posta kutusunu açabilirdi. İçinde ne bulacaklarını bilmiyordu ama Jane'in merakını az da olsa gidermek için denemeye karar verdi. 

Paslı kutuyu eline sardığı kumaşla beraber zorlayarak da olsa açmayı başardı. İçinde büyük bir kağıt yığını vardı. Kağıt yığının eline alıp Jane'le beraber yere oturdu. Feneri kağıtların üzerine tutup harfleri seçmeye çalışıyordu. Çoğu resmi evraklara veya ne olduğunu bile anlamadığı mektuplara benziyordu. Umutlarını kaybedip yığını bir kenara fırlatacağı sırada Jane sararmış bir zarfı heyecanla eline aldı. 

Üzerinde soluklaşmış fakat kusursuz bir el yazısıyla ''Bayan Lilian'dan Bayan Jennie'ye'' yazıyordu.


The Locket | jenlisa Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin