Twenty Seven/ Son Gibi Gözüken Başlangıçlar

174 32 28
                                    

Son olarak bardağı da yıkayıp tezgahın üzerine koydu. Ellerini tezgahın üzerine yerleştirip başını aşağı doğru eğdi. Gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp verdi. Arkadaşını kaybetmesinin üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti.

Bu iki hafta öylesine yavaş, acı verici geçmişti ki. Bu süreçte güçlü olması gerektiğini biliyordu. Güçlü olup arkadaşlarına destek vermeli idi. Fakat Chan'da bir insandı. Bunu atlamamak lazımdı.

Uykusuzluktan dolayı morarmaya yüz tutan göz altlarını ovaladı. Ellerini tezgahtan çekip başını arkaya attı. Yüzünü sıvazladıktan sonra Hyunjin ve Jeongin'in -önceden- kaldığı odaya gitti. Kapıyı tıklatmadan girdi içeri.

Parkede, dizlerini kendine çekerek yatağa yasladığı sırtı ile daldığı anılarından çıktı. Tükenmişçesine, bitmişçesine bakan gözlerini Chan'a çevirdi Hyunjin.

Jeongin'in hayatını kaybetmiş olması fazlasıyla ağır gelmişti ona. Bir süredir görmediği hayali arkadaşı tekrar çıkmıştı karşısına. Doğru düzgün yemek yememiş, uyumamıştı. Besin kaynağı yalnızca içkilerdi.

Annesinden aldığı bu özellik, kendisinden nefret etmesini daha da kolaylaştırıyordu.

Chan onun yanına giderek yere bağdaş kurarak oturdu. Hyunjin'in başından nazikçe tutarak omzuna yaslanmasını sağladı. İtiraz etmedi Hyunjin. Chan'ın bir anne şevkati ile saçlarını okşamaya başlamasıyla, içi yanan gözlerini kapattı.

"Yemek yemek ister misin?"

"Aç değilim." Kısık, çatallaşmış çıkmıştı sesi.

"Aç olduğunu biliyorum Hyunjin."

"Canım istemiyor." Chan'ın omzundan ayrılıp yanındaki içki şişesini kafasına dikmek üzereydi ki arkadaşı tarafından durduruldu.

"Yeter artık, içme şunu." Hyunjin'den aldığı şişeyi yanına koydu.

"Chris, ver şunu." Chan başını olumsuz anlamda salladı. Hyunjin, kanında akan alkolle sinirlerine hakim olamayarak bağırdı. "Ver şu lanet şişeyi bana!" Şişeye uzanmaya çalıştı.

Fakat Chan, saçları dağınık ve gözleri kan çanağına dönmüş Hyunjin'in bileklerinden tutarak engelledi. "Sakin ol." Ses tonu emir vermekten çok, yalvarır gibiydi.

"Olamam! Sakin falan olamam! Her yerde o varken yapamam! Kafamı dağıtan tek şey bu şişeler iken, sen buna engel oluyorsun!" Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından çenesine doğru uzun bir yol çizdi.

"Ben çok mu memnunum sanıyorsun!? Sizi bu halde görmek, en yakın dostumun ölümünü izlerken hiçbir şey yapamamak! Ama senin gibi odama çekilip içki şişelerinden derman bulmuyorum!" Hyunjin, ilk defa ağladığını gördüğü Chan'a şaşkınca baktı.

Ardından tekrar dolan gözleriyle sıkıca sarıldı Chan'a. Chan hıçkırığını tutmak için alt dudağını sertçe ısırdı. Boynuna sarılarak içli içli ağlayan Hyunjin'in beline sardı kollarını. Bakışlarını yukarı kaldırdı ve göz yaşlarını tutmaya çalıştı.

O sırada arkalarında, kapının önünde elindeki ayıcığıyla duran Felix onların yanına koştu çıplak ayaklarıyla. Chan'ın beline sarılıp başını sırtına yasladı. Chan iki taraftan da aldığı sarılma ile göz yaşlarını daha fazla tutamayarak serbest bıraktı.

Jeongin'in hayatını kaybetmesi herkeste kapanmayacak bir yaranın oluşmasını sağlamıştı. Ne Felix, ne Hyunjin, ne de Chan toparlana bilmişti bu iki haftada. Bazılarımız için uzun bir süre gibi gelse de, onlar için bir asır gibi gelmişti. Her gün yaşadıkları acı tarif edilemezdi.

Felix ilk hafta odasından çıkmamıştı. Jeongin'in ölümü, ailesinin ölümünü getirmişti aklına. Ailesiyle bindiği arabaya çarpan başka bir araçla takla atışları gelmişti gözlerinin önüne. Arabadan savrulup da, ailesinin arabanın içinde alevlerin arasında hayatlarını vermeleri bir bir gelmişti aklına.

Felix'in göz yaşları sırtını, Hyunjin'in göz yaşları boynunu ıslatır iken kendinden emin bir şekilde fısıldadı Chan.

"Bu bir son değil. Asıl herşey şimdi başlıyor..."

######################

Yine bir iş gününün daha sonuna geldiklerinde yataklarında uzanmış pencereye yansıyan manzarayı izliyorlardı. Seungmin işi olduğunu söyleyerek eve uğramadan arabasıyla başka bir yere gitmişti.

Evde kalan ikili ise yataklarında boylu boyunca uzanmış düşünceleri ve anılarıyla cebelleşiyordu. Minho'nun kaybı, evin tüm neşesini de beraberinde götürmüştü. Üçlü eve geldikten sonra iş haricinde konuşmadan direk kendilerini odalarına kapatıyorlardı.

Minho'nun cenaze töreninden sonra eve geldiklerinde Changbin, fırının içinde ki tepside kalmış bir kaç kurabiye ilişmişti gözüne. Buruk bir gülümsemeyle kurabiyeleri almıştı ve ağlaya ağlaya yemişti. Aslına bakarsanız sadece iki ısırık alabilmişti. Çünkü sonrasında tezgaha başını gömerek sesli bir şekilde ağlamıştı.

Changbin uzandığı yataktan kalkıp sesli bir nefes verdi. Şu sıralar yapmaya fazlasıyla üşendiği saçlarını kendi halinde bırakmıştı. Odasından çıkarken boy aynasına kaydı gözleri. Buruk tebessümüyle kıvırcık ve kabarık saçlarını karıştırdı.

Ailesi olarak gördüğü Minho, ne de çok severdi kıvırcık saçlarıyla oynamayı. Her saçına fön çektiğinde kızar, kendi haline bırakmasını söylerdi.

Odasının kapısını kapatıp, çarprazında bulunan odanın önüne adımladı. Kapıyı bir kaç kez tıklattıktan sonra, halsizce 'gir' diyen Jisung ile yatak odasının içine girdi.

"Misafir kabul ediyor musun?" Eşinin her daim yattığı yastığa sarılan Jisung kıkırdayarak başını olumlu anlamda salladı. Doğruldu, sırtını yatak başlığına yasladı.

"Şey, uyku tutmadı da." Changbin, gece korktuğu için ailesinin yanına gelen küçük çocuklar gibi sevimli ses tonu, hafifçe yerinde salladığı bedeni ve oynadığı elleriyle konuştu.

"Gel." Bir eli eşinin yastığında duruyor iken, diğer kolunu Changbin girebilsin diye yukarı kaldırdı.

Changbin gülümseyerek yatağın içine girdi ve Jisung'un kolunun altına yerleşti. Jisung üzerlerine yorganı çekerek Changbin'in saçlarını karıştırdı. Bu hareketi aklına Minho'yu getirmişti. Minho gibi yaparak Changbin'in saçlarını öptü. Changbin şaşırsa da sessiz kaldı.

"Özür dilerim."

"Neden?" Changbin, Jisung'a kaşlarını çatıp anlamadığını belirtir şekilde baktı.

"Eğer ben Minho'ya öyle sözler etmeseydim, o da gecenin bir yarısı kaza yapmayacaktı. Bunların hiçbirisi yaşanmayacaktı." Yatağın yanında ki küçük komidinin üzerinde duran eşinin fotoğrafını parmağıyla okşadı.

"Hepimiz suçluyuz. Onu tek başına orada bırakmamalıydık."

"Minho hep bir çocuğumuzun olmasını isterdi." Dudaklarındaki küçük tebessümle bakışlarını pencereye çevirdi.

"Benim hastalığım yüzünden hiçbir zaman çocuk sahibi olamadık. O da evlat edinmek istedi. Ama ben yine onu onaylamadım. Görev bitince dedim. Görev bitmedi fakat o bitti. Gitti. O şuan da orada." Dolu gözlerini kırpıştırıp işaret parmağıyla penceredeki yıldızlar ve ay ile süslenmiş olan gökyüzünü gösterdi.

"Ben ise burada-"

"Bizimlesin." Changbin onun sözünü kesip beline sarıldı.

"Sizinleyim..." Jisung gülümseyip onayladı onu.

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

Fice mpreg ekleme kararı aldım...
Ve yarın öyle çok önemli bir sınavım olmadigi için kendime izin verip bölüm yazdım 😁
Bayssss

5- STARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin