Bölüm 34

183 10 0
                                    

Hayallerim ve Çöküşleri

Peşinden koştuklarım ile peşimden koşturduklarım yarışa girmiş olabilir mi? Ben bu kafayı en son beş yıl önce falan topladım şimdi tekrar toplamaya kalkarsam kökten silinecek hepsi. Biraz olur anlarım, bir adımı idrak ederim ama üst üste gelenleri üzerime koşanları ne anlayabiliyorum ne algım yetiyor. Doğum günü mumlarımı üflerken yanlış bir şey dilemiş olabilir miyim?
Bu bahtsızlık nedir? Sözlükteki anlamını değil hayatımdaki anlamını arıyorum da.
Güzel geçti günün dediğim sonrası hep bir kayış koparmada bitiyor.
Hayatım çok sakin demiştim, monotonluktan bıktım demiştim de kastettiğim de böyle hız kesmeden devam etmek değildi.

Çınar'ın bizim için aldığı ev perişan hâldeydi. Kapıları açık, camları kırık, fayansları paramparça ve bahçesi talan olmuş biçimdeydi. Gözlerimi kırpmadan hayalini kurduğum evin harap oluşunu izledim.
"Kim?" Derken sesim titredi. "Kim böyle bir kötülüğü yapar?"
Çınar'da benim gibi şaşkındı, Fırat'ın yüzü asıktı. Onca yaşanandan sonra bile güçlü kalmışken şimdi yere oturup izliyordum öylece. Galiba kaybediyordum.
"Üzülme." Dedi Victoria hanım yanıma oturarak. Elini omzuma koydu ve yanımda olduğunu gösterdi.
"İstanbul'daki eviniz daha güzel."
Kısık gözlerimle çevirdim başımı. Zaten kafamı taşıyacak konumda değildim artık. Muhtemelen evin bu halde olması asıl sorun değildi benim yaşadıklarım artık ağır geliyordu ve bu kapakların açılması gibi olmuştu.
"Buraya yerleşecektik." Uzun bir nefes aldım. "Yani Çınar'da artık burada yaşayacaktı."
Elinden gelen sıcaklık yerini soğukluğa bırakınca elini çektiğini anlamıştım. Yüzü asılmış, bakışları değişmişti.
"Bir sorun mu var?"'
"Çınar'ın burada yaşaması mümkün bile değil." Benden ayrılıp ayağa kalktığında kollarını göğsünde birleştirdi.
"İşlerin akışı bozuldu. Tüm evraklar üst üste bindi. Yığınlarca iş kaldı ortada. Çınar'ın birkaç aylık yokluğu tüm şirketi karıştırdı. Burada kalamaz." Başını olumsuzca iki yana sallamaya başladı. "Bu bile şımarıklık sayılmalı aslında."
Gözlerim irice açılmıştı. Benim tanıdığım o kadın bu olamazdı değil mi? Onu ilk defa böyle işkolik ve disiplinli biri olarak görüyordum. Belki de Çınar'ın yükleri, kopamayışı ailesinden kaynaklıydı.
Ben her zaman onu telafi etmiştim fakat yaşamak istiyordum. Hiç değilse artık kendi memleketimde doyasıya kalmak istiyordum.
"Siz buraya iş için mi geldiniz?"
"Tabii ki. Başka şeyler bahane oldu ama asıl nedenim Çınar'ı götürmek."
Ayağa kalkıp gözlerinin içine baktım. Şaka yaptığını söyleseydi en azından bu konumdayken.. keşke bir ihtimal olsaydı fakat gözleri gerçeği haykırıyordu.
Elini yine omzuma koyup hafifçe sıktı. Bu defa teselli için değil anlayış için yapmıştı.
"Bizi anlaman gerekiyor. Çınar.. sensiz yapabilir ama işi olmadan yapamaz."
İkinci bir şok bedenime yüklenirken titrediğimi hissettim. Ben tüm yaralarımı gülmüştüm ama şimdi dudaklarımı oynatamıyordum bile. Hep hayalimde kalmıştı Çınar, bir gün çıkıp geleceğini biliyordum. Belki de bu yüzden rahattım fakat şimdi onu kaybediyordum hem de sonsuza kadar.
Kendimi toparlamam gerekiyordu, şimdilik.
Yaklaşıp Çınar'ın gözlerinin içine baktım. O hep bana şefkatli ve dürüst bakardı fakat bu defa gözlerinden korku nehirleri akıyordu.
"Gidecek misin?"
Uzanıp ellerimi tuttuğunda kaynayan bir kazanın içine atılmış bir buz küpü gibiydim.
Hava çok sıcaktı elleri ise buz gibi, kalbimin bir yanı kışta kalmış diğer yanı yaza kürek çekmişti sanki.
"Gideceğiz." Dedi en sakin tonuyla. "Birlikte."
Başımı iki yana sallarken gözlerim çoktan dolmuştu.
"Kalacaktın." Dedim fısıltılı bir şekilde. "Birlikte kalacaktık."
"Yine kalacağız. Beraber geleceğiz, yaşadığımız zamandan daha güzellerini yaşayacağız."
"Ve sonra döneceğiz?"
Ellerimi ellerinden çekip bir adım geriye gittim. Kandırılmış ya da kullanılmış hissediyordum ilk defa hem de sevdiğim adam tarafından.
"En başından gideceğin belliydi. Beni ikna etmeye geldin. Çünkü ben sana her zaman kapılırım değil mi? Sen sırf beni oyalamak için burada kalacağını söyledin sonra baktın ki olmayacak gitmeye yeltendin."
"Hayır Leyda."
Ne söylese fayda edecekti ki? Ben yanlış anlamış olsam bile sonuç aynıydı, gidecekti. Peşinden sürüklenmeyecektim. Evet buradan bir zamanlar kaçmak isteyen bendim ama yıllar geçmişti üzerinden. Yalnızlık omuzlarımda gün geçtikçe büyürken daha fazla direnemezdim.
"Bir eksik ya da bir fazla Çınar nereden bakarsan bak sonuç aynı. Sen geldiğinde bile gitmekle meşguldün ben ise sana kanmakla."
Bir adım attı bana doğru bir adım attım ondan uzaklaşarak.
"Bu ev bizim evimiz olacak." Eliyle işaret ettiği yer artık hayalimdeki yuva değildi, ıssız bir çöl gibiydi.
"Sen yine ayaklarıma beton değen, denizi pencereler ardından izlediğim bir yere seninle gelmemi isteyeceksin." Elimle sildim yüzümü ıslatan yaşlarımı.
"Ama bu defa ben yokum. Belki de hiç gelmemeliydin Çınar. Ben anlıyorum, çalışmalısın, mücadele etmek zorundasın, sorumlulukların var ama o kadar. Senin hayatında sana bile yer yok ben sığıntı olamam daha fazla."
Arkamı döndüm ve hiç buraya gelmemiş gibi yürüdüm. Bu dünyada böyle bir ev var olmamış ben hiç hayalini kurmamışım gibi kurak bahçesinden çıktım. Canım acıyordu hem de öyle bir acıyordu ki! Köz yutmuşumda alev almışım misâli.
Güneşin en tepede olduğu vakit fütursuzca yürüdüm. Yolları bilmiyor caddeleri unutuyor gibi yürüdüm. Yerlere sarkan begonviller, toprağın süsü papatyalar, tüm caddeye yayılan satıcılar, kuşların ahenkli sesi hepsini bugün biraz daha çektim içime, tamamen sindirdim kalbime.
"Ben buraya aitim. Kalbim sana ait belki ama tüm duygularım, heveslerim hepsi buraya ait."
Hüzünlü bir tebessümle kucakladım kalbimdeki ağrıyı. Bilmiyorum birdaha sever miyim? Aynı duygular kanatlanıp uçar mı? Sanmıyorum. Farklı birine aynı hislerle yaklaşamam bile artık.
Yine de güzeldi, onu sevmek.
"Al iyi gelir."
Yanımda beliren Fırat elindeki çiğköfte ayranı elime tutuşturmasaydı oldukça efkarlı bir vaziyetteydim.
"Gerçekten bu mu?"
"Ne bekliyordun abla pardon da?" Kağıdı yırtarak büyük bir ısırık aldı.
"Bence siz çiğköfteye benziyordunuz. Ne çiğdiniz ne de köfteydiniz  yan yana gelince bir anlamınız oluyordu."
Onun gibi paketi açıp bir ısırık aldım. Acısının üzerine yemek yemeyen ne bileyim yani.
"Ağlayacak hâline çiğköfte yiyorum."
Gözlerini dikip baktıktan sonra devirdi. "Mecbur kalmadıkça espri yapma sen be abla."
Yanımda olmaya çalışan ve kafam dağılsın diye böyle şeylerle uğraşan bir Fırat vardı. Onun kıymetini biliyor muyum? Ağlayacak onlarca sebebim varken ben yalnızca birine takılı kaldığım için sebep arıyorum. Sırf Çınar için ağlamayayım diye saçma bir sebep arıyorum.
"Unutur muyum sence?"
"İnsan kışın güneşi yazın buzu unutur."
"Yeniden sevebilir miyim?"
"Gülün kokusunu bir kere alınca her çiçek aynı kokuyor zannedersin."
"Güvenir miyim yeniden?"
"Elini akrep sokunca ayağını bile uzatamazsın."
Fırat iyisin hoşsunda ne bu sözler? Bana gereksiz sözler lazım. Gırgır lazım, dalga lazım alay lazım. Sen geçmiş karşıma şair gibi cevaplar veriyorsun da ben düz yazıdan anlamıyorum.
"Çok iç açıcı konuştun gerçekten. Ruhum ferahladı çok sağ ol."
"Yalanlardan kaçıpta yalana sığınmak insanın en büyük acizliği olabilir."
"Ağzıma bir tane çarpsaydın daha az koyardı be Fırat!"
Ben diyorum gönlümün benzini bitti, denizim çekildi, yıldızlarım söndü. O diyor yürümek istemiyorsan koş, deniz yoksa nehir var, yıldızın yerine aya bak.
İki zıt karakterin iki zırdeliye dönüşmesine az kaldı. Aklımı çıldırmadan önce kalktım ayağa açtım kollarımı.
"Ulan ben unutacağım seni! Sen bile hayret edeceksin! Gelmeyeceksin birdaha benim de yolum düşmeyecek sana!" Göğsümün sıkıştığını ve başımın döndüğünü hatırladım. Haykırışlarım içime sıkışmaya başladı ve gözlerimi kapattım.

Yüzümdeki ıslaklık, midemdeki sancı ve boğazımda ki acı tatla doğruldum yerimden.
"Nihayet be kardeşim. Az daha ayılmasaydın atacaktım denize."
Fırat'ın sesi mi yükselmişti? Kulaklarım mı az işitmeye başlamıştı.
"Ne oldu?"
"Ne olacak? Böcek gibi gezdin tabii sıcakta güneş geçti bayıldın."
"Geldim evladım geldim."
Tonton bir amca elinde su şişesiyle geldi ve yanıma oturdu. Enseme destek verip suyu içmeme yardımcı oldu.
"Bu su içimdeki yangını da geçirir mi be amca?" Dedim efkarlı bir şekilde.
"Geçirmez." Dedi gülümseyerek. "Sen yaktıysan ateşi kimse geçirmez. Sen yolları ateşe vermişsin belli, dönüp baktığında yangın görüyorsun. Çiçekler ekseydin bağ bahçe görürdün."
Herkes bugün bana laf satma derdinde galiba ama amcanın lafları da dokundu biraz.
"Ne yapacağız peki?"
"Sen farklı yola geçtiğini düşünüyorsun da yol aynı. Gönlünden silemedikten sonra da bütün yollar oraya çıkacak. Kalbin haritası bellidir, değişmiş gibi gösterir. Haydi bana eyvallah."
Amca kalktı ve gülümseyerek gitti. Ben soluklanmak için yaslandım ağacın gövdesine kaldırdım kafamı. Dayandığım ise kuvvetli ve salkımlı bir Çınar ağacı.

Pırlantaların HanımefendisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin