3 gün sonra / Tenis Sahası
"Her şey hazır mı?"
Ellerimin titremesini zapt edemezken yanımdaki boşluğa yerleştirdiğim sırt çantama kısa bir bakış attım. Sakinleşmek için bir hap daha içmeliydim belki de. Gerçi bir saat içinde dört hap içmenin bana verebileceği zarar çoktu. Aslında bakarsak benim için öldürmese yeterdi. İçimde verdiğim bu savaşı bölen bana doğru atılan tenis topu oldu. Onu görür görmez oturduğum yerde ellerimle yüzümü kapatarak bacaklarıma doğru eğilmiştim ki top bana gelmeden durdu.
"Sahne daha başlamadı." diyordu, yavaş yavaş aşinası olduğum ses. Kafamı kaldırıp olup biteni izlediğimde Deha'nın sırtını gördüm. Hemen birkaç adım ilerisinde set çalışanı vardı ve bana özür dileyen bakışlar atıyordu. "Sadece hazırlıksız yakalandım." dedim, toptan korkmamın nedenini açıkladığımda çalışan az önceki hareketini sorun etmediğimi görünce rahatlamıştı.
"Reflekslerinizi deniyordum." diyip gülerek başını sallayarak gittiğinde bir müddet arkasından bakmaya devam ettim. Deha yanıma yaklaşıp çantamı aldı ve diğer tarafa koyup dibime oturdu.
"Onlara tahmini ne zaman söylersin?" elindeki küçük topu havaya kaldırıp görüş açıma soktuğunda hiçbir şey anlamadığım için boş boş suratına baktım. "Neyi?" diye sordum, merakla. "Toptan korktuğunu." dediğinde sahanın oradaki hazırlığa kaydı dikkatim. Herkes harıl harıl çalışmış, uygun ortamı sağlamak için ellerinden geleni yapmıştı. Bendense basit bir sahnede oynamam isteniyordu.
Yapabilirdim.
Derin bir nefes alarak, "Küçücük bir toptan korkacak değilim." diye gülerek konuştum.
"Emin misin?"
"Elbette." dedim, kesin bir tavırla.
"Peki, öyle olsun." diyip yanımdan kalktığı sırada aklıma gelen şeyle aceleyle kolunu tuttum. Durup bana baktığında ona doğru yaklaşarak kısık sesle "Bugün hava kaç derece?" diye sordum.
Bir müddet gökyüzüne bakıp sonra bana döndü.
"Derecesinden haberim yok. Tek bildiğim bugün havanın oldukça güneşli olacağı." gözlerime 'hiç şansın yok' der gibi bakarken kolunu bırakıp ayağa kalktım. Stresimi atmak için ellerimi birbirine çarparken çevreyi inceledim. "Hayatın bize ne getireceği hiç belli olmaz." dedim, 'ya yağarsa' manasında ama yani bunun imkansız olduğunu ben de biliyordum.
Hava çok güneşliydi.
"Sana yağmuru beklerken kolay gelsin." diyip arkasını döndüğü sırada tenime çarpan yağmuru o kadar net hissettim ki dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bir anda yağdığı yetmezmiş gibi çok hızlı yağıyordu. Set çalışanlarından birkaçı bana doğru koşarken birinin elinde şemsiye gördüm.
Gerçekten de her duruma karşı tedbirliydiler.
"Kesinlikle erdim." dedim, kendi kendime. Üstüme attıkları örtü ve başıma tuttukları şemsiyeyle birlikte yürürken, "Ya da sadece kalbim çok temiz." diye ekledim. Deha'nın yanından geçerken bir an için göz göze geldiğimizde şaşkınlığını iliklerime kadar hissetmiştim. Ben de şaşkındım.
Bütün set çalışanlarıyla birlikte binanın içine girdik. Bazıları geriden geliyordu ve Diego'da onlarlaydı. "Çekimi başlamadan bitiyoruz." diye mırıldandım, üstümdeki örtüyü çekip kucağıma alırken yanımdaki ekip arkadaşlarıma başımla teşekkür ederek "Gerisini ben hallederim." diyip giyinme odasına yol aldım. Diego'nun sesini duymasaydım durmayacaktım.
"Linda ve Deha ne durumda?"
"İkisi de çok az ıslandı." diyen Betül'le üstüme başıma baktım. Bence ben kurumuştum bile. O kadar az ıslanmıştım. Arkama dönüp Diego'ya "Ben iyi durumdayım." diyip kendimi gösterdim.