/ Otel
Alexander'dan
Konuşmalar İngilizce'dir"Masadan öylece kalkmanız hoş olmadı."
Onu yanıtlamadan asansörün düğmesine bir kez daha bastım. Andrey bir yandan desteklemediğine dair mırıltılar çıkarıyor bir yandan elindeki kâğıtları karıştırıyordu. "Bakın," dedi, bir satırın altına parmağını bastırıp onu belirginleştirirken, "Buraya üç milyon dolar teklif vereceğimize dair bir not düşmüşüm. Adam iki milyona tamamdı. Neden masadan kalktınız aklım almıyor."
Gösterdiği satırda göz gezdirdiğimde doğru bir noktaya parmak bastığını anladım ama umursamadan önüme döndüm. "Tipi hoşuma gitmedi." diye açıkladım.
Ayağını yere sertçe vurup "Alexander Bey!" diye çıkıştı. Düğmeye yeniden bastım. "Bakın," kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Asansör üç kat sonra burada olacak olsa da sanki basmam onu buraya daha çabuk getirecekmiş gibi yine bastım. "New York'tan Los Angeles'a gelmek için yaklaşık beş saat yolculuk ettik. Bu sorun değil. Amerika'nın diğer ucundayız. Bu da sorun değil. Ama niye geldik?" dosya çantasından sözleşmeyi çıkarıp gözümün önünde salladı, "Bunu imzalatmak için!" diye bağırdığında kaşlarım çatıldı.
Andrey ne zamandan beri benimle bu ses tonuyla konuşur olmuştu? Ona dönerek elindeki sözleşmeyi tutup çektim. "Bunun için mi," kafamla sözleşmeyi işaret ettim, "Bana bağırıyorsun?" diye sordum. Bağırdığını yeni kavramış gibi omuzlarını dikleştirerek bakışlarını kaçırdı.
"Son üç yıldır dalgınsınız." dedi, tereddütle ve göz ucuyla beni kontrol etti, "Holdinge zarar verecek kararlar almanızı istemiyorum."
"Aklınca beni kontrol ediyorsun?"
"Ne haddime? Sadece..." üstüne doğru bir adım atıp dosyayı göğsüne çarptım. "Efendim," dedi, ezilip büzüşerek, "İyiliğinizi istiyorum."
"Kendim için en iyisini biliyorum."
Bir şeyler söylemek adına konuşmaya başlayacağı sırada gelen asansörle oraya dönmüştük. Andrey içinde kimse olmadığını görünce "Az önceki görüşme önemliydi." diye konuşmaya başladı, "Eğer yemeğiniz yerine adama odaklansaydınız her şey çok güzel olacaktı." asansöre girmem için eliyle ileriyi gösterdiğinde yürüdüm. Peşimden gelip düğmeye bastı. "Bence artık kendiniz için en iyisini bilmiyorsunuz. Adamın ufacık esprisine takılıp masadan kalktınız. Ne var yani 'Alexander buraların yemeğine aşık olmuşa benziyor. Bu beni mutlu etti.' dediyse?" adamın sözlerinde hiçbir sorun yokmuş gibi tekrar hatırlatınca buna cevap bekliyor mu diye yüzünü inceledim.
Merakla bekliyordu.
Sessiz kalmayı tercih ederek önüme döndüm. Bence sorun apaçık ortaydı ve açıklanmaya değer değildi. "Bay Brown'un otelindeyiz. Az önce onunla aynı masada oturuyoruduk. Sizinle dalga geçmek için değil, yemekleri beğenmenize sevindiği için öyle bir cümle kurdu." konuşmaya devam eden Andrey'le elimi ceketimin iç cebine attım ve telefonumu çıkardım. Ekranı açtığımda saatin daha erken olduğunu gördüm.
"Öğle yemeğine kadar New York'a geçmiş olur muyuz?" diye sorduğumda Andrey iç çekti.
"Önce düzgün bir kahvaltı yapmalısınız." dedi, az önce masada bir şey yemediğime vurgu yaparak, "Sonra New York'a geçeriz."
"Buna gerek yok." dediğim esnada asansör üç-dört kat iner inmez durmuştu. Biraz daha sağa arka tarafa yaklaşıp orada durdum. Andrey'de bir adım gerime gelmişti. Asansör açılırken rastgele oraya bakıp telefonuma geri döndüm. Jeti hızlı kullandırtsam dört saatte New York'a varırdık. Hesaplama yapmaya kalktığım an, fark ettiğim şeyle kafamı yine kaldırdım. Tam karşımda Benedict vardı. Elindeki yüzük kutusunu açıp kapatırken telefonda biriyle konuşuyordu.