birkaç saat sonra / ev
Anahtarla kapı kilidini döndürmeye çalıştığım esnada açılmamasıyla gözlerimden aşağı birkaç damla daha yaş düştü. Yanaklarım zamanla daha çok ıslanırken burnumu çekip elimin tersiyle göz yaşlarımı üstünkörü sildim. "Açılsana," diye ağlaya ağlaya kapıya bacağımla vurduğum saniye kapı açıldı. Gözlerimi kırpıştırarak bir kilide bir açana baktım. Gördüğüm suratla yanaklarımı hızlıca sildim. Ellerimin titrediğini fark edince onları da arkama saklamıştım. Şaşkınlıkla "Abi?" dedim.
"Güneş?" yüzümü incelediğini fark ettiğim gibi gözlerimi kaçırdım. "Kim ağlattı seni?" derken önüme geldi ve kafamı tutup yüzümü göğsüne bastırdı.
Ayakta olduğunu görünce bir ağlama krizi daha tuttu beni. Hıçkıra hıçkıra "Yürüyorsun." dedim.
"Beni boş ver. Seni kim ağlattı?" diye tekrarlayınca onu duymadan kollarımı beline sardım. "Biri bir şey mi söyledi abicim?" dediğinde kollarımı sıkarak ona daha çok sarıldım ve başımı olumsuz anlamda salladım. "Bir şey mi yaptılar?" başımı tekrar olumsuz anlamda salladığımda elleriyle yanaklarımdan tutup yüzümü yüzüne hizaladı, "O zaman neden ağlıyorsun?" diye sordu.
İçime derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken "Pandaların nesli tükeniyor." diyerek daha şiddetli ağlamaya başladım.
"Güneş..." yanaklarımdaki yaşları silip dudaklarını alnıma bastırdı, "O pandaları tek tek sikerim. Bana ne olduğunu anlat." dediğinde yüzümü yeniden göğsüne bastırdım. "Onların çoğalmalarına böyle yardımcı olamazsın." diye feryat ettiğimde abim kafama vurmuştu.
Ayağımı yere vurduğum sırada hıçkıra hıçkıra "Abi!" diye bağırdım, "Acıyor niye yapıyorsun?"
"Gerçekten acıttım mı?" dedi, korkuyla. Başımı aşağı yukarı şiddetle sallarken yüzümü göğsüne daha çok bastırdım. O vurduğu yeri okşayıp saçımdan sıkıca öperken ben duygu durumumu dizginliyordum. Bir süre daha aynı pozisyonda kaldığımızda nihayet ağlamaya son vermiştim. Sadece hıçkırıklarım kalmıştı. Onu da tek başıma halledebileceğim için kollarından çıktım.
"Ben seninle konuşmuyordum." diyerek yüzüne bile bakmadan koluna omuz atarak eve girdim. Kapının gürültüyle kapandığını duysam da arkamı dönmedim. Peşimden geldiğini bildiğim hâlde merdivenlere doğru gittim. Birkaç basamak çıktıktan sonra aklıma takılan şeyle ona dönmüştüm. Üç basamak aşağıdaydı. "Sen bu eve nasıl girdin?" diye sordum.
"Alexander'ın seyahate çıkmadan hemen önce bana uğradığında evin anahtarını istedim."
"O da verdi?" dediğimde 'başka ne yapacaktı?' der gibi yüzüme baktığında omuzlarımı düşürerek basamakları çıkmaya devam ettim. Bir yandan "Berbat bir gün." diye homurdanıyordum bir yandan ayaklarımı zemine sertçe vuruyordum. Abim peşimden gelirken "Neden ağlıyordun?" diye sordu. "Önemsiz bir şeydi." diye karşılık verdim.
Şu an hiç konuşmak istemediğim için adımlarımı hızlandırdığımda o da hızlandı. "Sen boşuna ağlamazsın." dedi ve önüme geçip merdivenlerin başında durdu.
İlerleyerek yanından geçtiğim gibi odama doğru yol aldım. "Belki de ölen abime ağlıyordum." dedim, mırıltıyla, "Sonuçta daha gömmedim, acısı taze."
"Ben ölmedim."
"Benim için öldün." diyerek kapımı açtım. İçeri girdiğim an, gelmesini beklemeden kilidini döndürdüm ve kapının dibine çöktüm. Elimi ceketimin cebine atıp gebelik testini çıkarırken yine ağlamamak için dudaklarımı dişlemeye başladım. O hâlâ çift çizgiydi. Parmağımı ikinci çizgiyi bastırırken "Gitmiyor." dedim hıçkıra hıçkıra. "Gitmeyecek." kafamı kapıya vurup sessizce ağladım. "Orada duruyor."