İkiGünSonra / Hastane
Konuşmalar İngilizce'dir"Bu aşkın en korkunç tarafı nedir bilir misin sevgili? Özleyip de sarılamayacak olmak." bu söz tam beni ve içinde bulunduğum durumu yansıtmadığı için memnuniyetsizlikle suratımı buruşturdum. Arama motorunda tekrar 'uzak mesafe ilişkisiyle ilgili sözler' diye aratınca bu defa çıkanları tek tek açıp durumuma en uygun olanı seçmeye çalıştım.
"Bütün mesafeler, yürekte başlar."
"Eğer birini cidden hissedersen mesafeler anlamını yitirmiştir."
"Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür."
Bu sözle birlikte "Hmm..." diye mırıldandım ve karşıda kalan kapıya baktım. "Aslında uzun bir mesafe değil ama ulaşmak için bir şeyleri aşmam gerektiği kesin." tamı tamına iki gündür bu kapının önünde olmama rağmen bir türlü içeri alınmıyordum. Oturduğum siyah tekli ve rahat koltukta biraz kıpırdanarak düşünmeye başladım.
Nerede hata yapmıştım?
"Onu iki gün önce bu hastaneye biz getirdik," diye olay örgüsünü sıralamaya başladım, "Üstelik abim 'bırakalım, ölsün' kafasındaydı. Onu ikna ederken çok zorlanmıştım." şapkamı alnıma biraz daha çekerken etrafta göz gezdirdim, "Biz buraya geldiğimizde Alexander'ın tek yakını bendim. Sonra bir anda en uzağındaki kişi oldum. Nasıl olabilir?" aklıma babasının geldiği ilk an gelince kafamı koltuğa vurdum. Beni görünce sarılmıştı ve oğlu için gözyaşlarını omuzlarımda dökmüştü. Buna rağmen içeri sokulmuyordum.
"Beni içeri Pablo sokmuyor." diye homurdandım.
Beni ne zaman görse görmemezliğe vuruyordu ve resmen kapıya gittiğimde içeri girmemem için çaba sarf ediyordu. Alexander'ın yoğun bakımda uyandığını bile babasından öğrenmiştim. Onun dışında beni gören yoktu. Kaç ortağı gelip içeri girmişti sayamamıştım ama ben bir türlü giremiyordum.
Omuzlarım düşerken gözlerimi sıkıca yumup kafamı koltuğun yumuşak başlığına yine vurdum. "Neden?" diye sordum, kendi kendime, "Neden özellikle ben giremiyorum?"
O esnada "Güneş Hanım?" diye duyduğum sesle irkildim. Gözlerimi açar açmaz suratıma doğru sallanan bir kağıt gördüm. Başlıkta "Relationship Agreement" 'İlişki sözleşmesi' yazıyordu. "Sen," çatık kaşlarla 'taraflar' kısmındaki isimlerimizi okurken, "Burada ne arıyorsun Andrey?" dedim.
Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda kağıdı çekerek yanımdaki koltuğa oturmuştu. "Beni Alexander Bey yönlendirdi." dediğinde şaşırdım.
"Hasta hâlinde mi?"
"Evet." derken çantasından bir kalem ve kağıt tutucu çıkardı. Kağıdı sabitleyerek kalemle son maddeye dokunarak onu bana gösterdi. "Bunu okuyabiliyor musunuz?" sorusuna "Şaka mı yapıyorsun Andrey?" diye karşılık verdiğimde "Muhtemelen okuyabiliyorsunuz." dedi.
"O zaman burada yazan şeyin ne anlama geldiğini de tahmin edebiliyor olmanız lazım." diye hiç durmadan konuştuğunda koltuktan destek alarak ayağa kalktım. "Sana gerçekten bunu yapmanı," 'bunu' derken kağıdı işaret ettim ve sonra kapıyı göstererek "O mu söyledi?" dedim.
Başını aşağı yukarı salladı. "Başta da dediğim gibi Alexander Bey buraya gelmemi ve size biraz daha burada kalırsanız olacak olanları anlatmamı istedi." dedi. Gayet profesyonel tavrı karşısında hayrete düştüğüm esnada odanın kapısının açılmasıyla oraya döndüm. Pablo elindeki boş kahve bardağıyla çıkmıştı. "Alexander mı istedi yoksa bu mu istedi?" diye sordum, Andrey'e.
"Pablo Bey'in sözleşmeden haberi yok." dediğinde boğuk çıkan sesine karşılık ona baktım. Dosya çantasıyla yüzünü kapamıştı.
"Hiç dikkat çekmiyorsun." diyerek koridorun öbür ucunu gösterdim, "Şurada konuşalım."