5

5.6K 348 67
                                    

Kasvetli havası olan küçük hastane odamda dışarıyı seyrediyordum.

Gözlem odasında geçen dakikalarım aslında buradan da farksız değildi. Zaten ben tek başıma bir odada tıkılı kalmıştım, buradan tek farklı ışıkların saat dokuz da değil sürekli kapalı olması. Bir de lavabo ve diğer ihtiyaçlarının karşılanmaması. Onun dışında ben zaten hep kendi düşüncelerimle bir başıma kalıyordum.

Bugün beni o adam yerine bir görevli oradan çıkarmıştı ve yemeğimi bana vermişti. Kısa süre de olsa onun varlığını hissetmemek beni mutlu etmişti.

Birini beklemesem bile gözlerim hep duvar saatinde olurdu. Saat ikiyi bulunca görüş saati gelmişti ve bahçeye hayvanat bahçesine ya da çocuk parkına gelinmiş gibi heyecanla koşturanları görünce gözlerimi devirme isteği uyandırıyordu.

Bahçenin ortasında bedenini illeri geri sallayıp parmaklarını sayan birine, koştura koştura ensesine bir fiske vurmuştu bir adam.

Koşuşu o adama vurduktan sonra daha heyecanlı hale gelmiş gibiydi onun için, hemen sonra bahçenin ortasında parmaklarını sayan deli de onu yakalamak için peşinden koşmuştu.

Çocuktan farkları yoktu aslında, hatta buradaki herkes altı yaşındaki bir çocuktan daha küçüktü. Akılları bir çocukla eşitti.

Pencereden onlara izlerken biri bana el salladı. Kumral bir kadın.
Bende ona el sallayınca kıkırdayıp elini ağzına götürdü.

Bakışlarımı ondan çektim.
Kadınlar ilgimi çekmiyordu ama zaten buradaki bir ortamda her hangi biri ilgimi çekmezdi.
Kimse de beni istemezdi zaten, deliler dışında.

"Eğleniyor muyuz bakalım,"
İçeriye giren kişiyle içim sıkıldı. Burada dururken zaten oda üzerime üzerime geliyordu. Dayanamıyordum, ölemiyordum da.

Bedenimi ona dönmeden kim olduğunu anlamıştım bile.

Kapının ağır ağır gıcırdadığını sonra sertçe kapandığını işittim.

Keşke ölmeme izin verselerdi.
İntihar engellenmemesi gereken bir şeydi bana göre. Bir insanın kendi kararıydı, kendi isteğiyle bir çok zorluktan sonra artık yaşamak istememesi kabuledilir bir şeydi.

Bir evsizin, dilencinin, yardıma olan birinin yanından geçerken duygusuz birine dönüşür ve hiç görmemiş gibi yaparız. İçinde fırtınalara bağuşan sonra da çöküşe doğru ilerleyen birini nasıl bir insan görmüyorsa aynı şekilde hayatına son verirken de görmemelilerdi.

Gerektiğinde kimse bunun kendi sorunu olmadığını söylüyorsa hayattan birinin bağını koparmasına da aynı şekilde düşünmeliydiler.

Niye bir insan ölünce ciddiye alınıyordu ki?
Biri kendini öldürmeden onun ruhuna dokunabilirken niye o kendini öldürünce pişmanlıktan yanıp kavrulur, acı çeker?

"Hayat güzel, kuşlar uçuyor,"
Tepkisizdim. Hayata karşı, ona karşı, herkese karşı...

"Bugün seni göremediğim için kusura bakma umarım çok üzülmedin,"

Kahvaltı saati çoktan geçmişti, ilaç saati de aynı şekilde. O zaman bu adamın burada ne işi vardı?

Yanıma doğru yaklaştığını duyabiliyordum.

"Bir kaç gün daha aynı kıyafetle kalacaksın,"
Başımı eğip kıyafetlerime baktım.
Dünkü menemen üzerimde kurumuştu. Yaka ve çevresi de hep yağ ile kaplıydı.
Üzerime dökülen su kurumuş, kıyafetimi kırıştırmıştı.

Kendimden nefret ediyordum. Ama bu düşünce bana acı verdi.
Bir insan kendinden nefret ediyorsa hayata nasıl tutunurdu?

"Yeni bir kıyafet verme zorunluluğum var ama bunu benden isteyene kadar sana vermeyeceğim."
Konuştuktan sonra cevap vereceğime sürekli inanamıyormuş gibi sessizliğe gömülüyordu sonra sinirli bir soluk alıyordu. Bu da konuşmayacağımı anlayınca pes edip kabullendiğinin göstergesiydi.

"Dışarı çıkıyoruz,"
Yerimden kıpırdamadan pencereye bakıyordum.

"Bana bak, deli çocuk."

Sürekli bana çocuk vurgusu yapması hoşuma gitmiyordu.

"Bir cevap verecek misin artık,"
Yanımda durunca kaşlarımı çatarak bir adım daha öne attım ve onunla her zaman olduğu gibi ilgilenmedim.

"Bu bir trip mi yoksa?" Güldü. "Senin yanına gelemediğim için mi kızgınsın," benimle takıldığını göstermek için hafifçe koluyla omzuma vurdu.

"Bir katile göre biraz fazla duygusalsın,"
Ona cevap vermediğimi görünce kolumu tuttu bu sefer. "Ama gelmek zorundasın,"

Kolumu tutup kendine doğru çektiği sırada kaşlarımı çattım, ona döndüm ve koluna dokunarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.

"Gel," dedi sertçe ama ona direnebiliyordum.
Bu sefer onu sinirle ittiğim sırada alnında ve boynunda belirginleşip şişen damarları fark ettim. Kolumu bırakmak zorunda kaldı.

Kapıya doğru yürüdüğü sırada içimden çığlık atmak geldi. Öyle bir bağırayım ki sadece bu akıl hastanesindekiler değil, tüm dünya duysun beni.

İçimdekileri onlara haykırmak, ağlamak istiyordum ama sessiz kaldım. Hiçbir şey yapmadım. İçimde fırtınalar koparken ben yine dışarıya belli etmedim kendimi. Zaten ilgilenen de yoktu.

Kolumdan iki görevli tuttu ve ben daha bir şey yapmadan beni kapıya yönlendirince bu sefer her zamankinden daha çok onlara bağırmak istedim ama...yapmadım.

Hücre, diye düşündüm. Bu sefer de hücreye atılacaktım. Ama kapının önünde beni bıraktılar.
Bu sefer öncekilerin aksine daha yumuşak davranmışlardı çünkü burası yirmi dört saat boyunca video ile gözlemleniyordu.

Beyaz kapalı terlikler görüş açıma girdi.
Kapıya sırtımı dayayıp kafamı kaldırarak ona baktım.

Neden der gibi.
Bunu anlamış gibi omuz silkti.

Kapı deliğine bir kilit koydu ve kapımı kilitledi.

"Bil diye söylüyorum, koridorda gezmen yasak bu yüzden ya dışarıya kendi isteğinle çıkarsın ya da,"
Gözlerimi ondan çekerek bacaklarımı kendime çektim. Sadece bana yasak koyamazdı, buna yetkisi yoktu.

"Zorla götürülmek mi istiyorsun?"
Aslında doktor, hemşire ya da her hangi birinin hastalarla böyle konuşulduğunu hiç görmemiştim.

Bir şey söylediklerinde onu yapmak zaten zorunluydu.

Ama yerimden kalkmadım.

"Bağımlı mıydın?" Ona baktım.
Elini önlüğünün cebine koydu ve içinden bir sigara paketi çıkardı.

Bir dalı kendi dudaklarının arasına aldı ve paketi bana uzattı.

"Sigaraya?"
Bakışlarımı tekrar yere indirdim.

"En azından içer misin?"

Bir süre bana baktıktan sonra artık sıkılmış olacaktı ki nereye gideceğini söylemeden bana arkasını döndü.

Koridorun sağından dönene kadar arkasından durup ona bakmıştım, bana dönmemişti.

HASTA~ GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin