Elimdeki fırçayı bir ileri bir geri sallıyor hiç acele bile etmeden koridoru sessizce temizliyordum. Genelde odamdan çıkmayan biri olduğum için yalnızlığa da alışmıştım doğal olarak ama burası farklıydı. Tüm insanlar buradan geçip gidiyordu ve tuhaf bir şekilde çoğu arkadaş canlısıydı.
Yani daha çok kendi kendilerine konuşup benimle de iletişim kurmaya çalışıyorlardı ama ne söylerse söylesinler karşılık vermediğimi gördüklerinde sessizce uzaklaşıyorlardı. Fırçayı önüme çektiğim kovadaki suyun içine daldırdım. Kirli suya yüzümü buruşturarak baktım, değiştirmem gerekiyordu.
Fırçayla tekrar fayansları silmeye başlarken artık bu durumdan sıkılmıştım. Kollarımdaki ağrı bir an bile beni rahat bırakmazken mola vermeden, durmaksızın çalışınca daha da kötüleşiyordu mümkünmüş gibi. Sonunda durup bir elimdeki fırçaya bir de kovaya baktım. Ne yapıyordum ben? Böyle mi yaşamaya devan edecektim?
Önümdeki kovaya anlık bir sinirle tekme atıp savurasım geliyordu ama daha büyük bir ceza verilmesini de istemiyordum. Verdikleri cezaları yapmayabilirdim ama bunun sonucunda onlardan ne geleceğini kestiremiyordum o yüzden şimdilik risk almamaya karar verdim.
Yaptığım işe odaklanmışken arkamda bir baskı hissettim, o baskı kendini gösterdiği anda kendini bana dayayan adam belimden sıkıca tutarak erkekliğini daha da çok bastırınca anında irkilerek kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Belini tutan ellerini ateşe dokunmuş gibi çekmeye çalışırken kaşlarım yaşadığım kötü hisle tekrar çatıldı. Hızlı hareket ettiğim için neredeyse düşecektim.
Duyduğum kahkaha sesleriyle birlikte, "hoşuna gitmedi mi?" Diye sırıtan mavi gözlü adam kadar beni korutan bir şey olmadığına karar verdim. Yanındaki arkadaşları hala bana gülerken bir kaç adımla bana yaklaştı ve yüzünden eksilmeyen gülüşüyle pijamasının üzerinden erkekliğini kavrayarak dudağını ısırıp hırladı. "Gel hadi, rahatlayalım birlikte." Tam yanıma yaklaşmışken söylediği şeylerle yüzüm kıpkırmızı kesildi, öylece kaldım.
Ben daha ona karşı bir hamle yapamadan çenemden sıkıca kavradı, dudaklarım öne doğru büzülürken kaşlarımı çatıp geri adım atmaya çalıştım. Kendimi ne kadar ondan uzaklaştırmaya çalışsam da bunun için önce onun gücüyle kendi gücümün eş değer olması lazımdı. Elleriyle yüzümü iteklerken yine hiç bir şey yapmayarak onun suratına baktım ancak bakışlarım boş bakmıyordu. Korkumu asla gizleyemiyordum. Bir yardım umuduyla duvara yaslanmış, arkadaşının benimle eğlenmesini zevkle izleyen kişileri es geçerek koridora baktım ancak bomboştu. Niyetimi anlamış gibi dilini damağına vurarak şıklattı. Yüzümü elleriyle tutup tekrar kendine çevirdi.
"Necisin sen burada?" Dedi tek gözünü kırpıp. "Seni ilk defa görüyorum." Suratımı tek eliyle tutup bir adım geriye doğru çekilip vücuduma baktı. Gözleri çok yanlış noktalara değdi. "Hasan," dedi gözlerini benden ayırmayarak, "tut şunun kolundan da şurada bir posta atıp gidelim"
Hasan denen çocuk başını sallarken artık orada öylece durup olanları izlemenin bana hiç bir yararının dokunmayacağını fark edince karşımdaki adamın yakasına yapıştığım gibi kafamı suratına gömdüm.
Kavgaya ilk olarak kafa atmakla başlardım ki, şu ite olduğu gibi bana saldırmak üzere hazırlanan rakibim neye uğradığını şaşırsın ve şuan olduğu gibi yere yığılıp kalsın.
Böyle kalıplı duran bir adamı yere serince insan kendiyle gururlanıyordu ama tam arkamdan saldıran kalleş arkadaşlarını hesaba katmadığım için ki katsaydım yine hiçbir şey değişmezdi, ama en azından hiçbir zaman yapmadığımı yapıp kaçardım. Fırsatım olmadan biri kolumdan diğeri omzumdan yakalayarak yüz üstü duvara dayadı. Onlara arkamı dönmek benim kabuslarıma girecek kadar korkutucu iken bir de arkamda o mavi gözlü piçi hissetmek korkularımın en ölümcül olanıydı.