Beni korkutmak için söylemişti, öyle olduğunu biliyordum. Onun oyuna gelmemem lazım ama elimde değildi, eğer amacı korkutmakta gerçekten başardığını söylemem gerekirdi.
Ölümden korkmazdım ama kim bir delinin elinden vahşice öldürülmek isterdi ki? Hem de elinde bir bıçakla? Bıçak konusunda ciddi miydi acaba? Eğer ciddiyse bu nasıl boktan bir hastaneydi?
Toplantıda ağır vakalarda ki hastaların da birbiriyle kalabileceğini söylemişlerdi, şuanlık yalnızdım ama ya hasta sayıları artmaya başlarsa? Ya bir anda kendimi tehlikenin tam ortasında bulacak olursam? Ya kendimi güvende hissettiğim tek yer de elimden alınıp tehdit unsurlarıyla dolup taşarsa? ya korkudan uyuyamazsam?
Ya, ya, ya...
Bitmeyen ihtimaller ve bu ihtimallerin bir gün gerçekleşme olasılığı...
Sonra boş verdim, biraz daha bu tür huzursuz düşünceleri aklımdan geçirecek olursam iştahım kapanırdı ve belki Ali yüzünden bir kaç gün daha aç yatardım, bu yüzden önlemimi almam lazımdı. Olumsuz düşünceleri beynimden uzaklaştırarak önümdeki yemeğe odaklandım.Uslu uslu yemeğimi yerken, bu sabah elektrikli sandalyeye bağlanıp bir kaç volt yemiş gibi saçları diklenip kaçık gibi görünmesine sebep olan bir adam, yanımdaki boş sandalyeye yerleşti.
''Biliyorsun,'' dedi üstüne basa basa. ''Hep biliyordun.'' Gözlerindeki o dehşet verici ifade beni korkutmaya yeterdi ancak korkutmadı, dehşete düşmüş gibi baksa da bakışları bir bakıma umut vericiydi de. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum.
''Kaçmak!'' dedi zihnimi okumuş gibi. ''Mümkün. Biliyorsun, kaçabiliriz.''
Adamın yüzünü taradım hızla, ancak onu tanımıyordum. Daha önce de gördüğümü düşünmüyordum. ''Bu tımarhaneden,'' dedi tiksintiyle, ''Kaçabiliriz!''
İşte bahsettiğim umut, tam olarak buydu.
''Senin kim olduğunu biliyorum,'' bana yaklaştı. ''Sende benim kim olduğumu bilmelisin.''
Ağzıma atmak üzere olduğum ekmek boğazıma kaçınca adam telaşlı bir havayla yumruğunu sırtıma vurmaya başlayınca onu engellemeyi çalışırken deli gibi öksürmeye başladım. Bu adam kafayı mı yemişti yoksa sadece ne dediğini bilmiyor muydu? Sonra buranın bir deliler hastanesi olduğunu hatırlayınca birinci seçenek daha mantığa uygun geldi.
Önüme bir su uzatılınca kimin uzattığına bakmadan alıp kafama dikmeye başladığımda tanıdık bir gülme sesi işittim. ''İçine işemiştim.''
Gözlerim kocaman açılırken elimde tuttuğum karton bardağın içindeki suya baktım. Berraktı, temizdi ve bu adam benimle dalga geçiyordu. ''Naber yavrum?'' Yanıma geçip oturmak için yanıma oturan o deliye bir bakış atması yeterliydi, kaçık adam hemen ayaklanmaya başladığında yeterince hızlı olduğunu düşünmemiş olmalıydı ki hızlı adımlarla yanıma ulaştı ve delinin oturduğu sandalyeye bir tekme attı. Kalkmak üzere olan deli adam, sertçe yere düşünce şokla bakakaldım ona.Kollarını havaya kaldırıp muhtemelen şuanda ona bakan sağlık çalışanlarına, ''Affedersiniz!'' diye bağırdı yapmacık bir tavırla. Kimsenin sikinde değildi zaten. Adam yerde çırpınmaya başlayınca kalkmaya çalıştı bir kaç saniye, bunu başardığında bana bile bakmadan hızla uzaklaştı. Karşımdaki bu adamın o kadar da korkulacak bir şeyi yoktu bana göre. Arkadaki masalardan bir sandalye alıp yanıma koyunca her ihtimale karşı sandalyemi biraz çektim. Az önce yanıma gelen adamı ise düşünmemeye çalıştım. Buradan kaçabilme ihtimalini de.
''Kusura bakma ama bu adam biraz deli'' dedi, bizden bir kaç saniyede bir kaç metre uzaklaşmış adama bakarak. Hepimiz öyle değil miydik zaten?
''Kafasında saçma sapan bir hayalle yaşıyor, buradan kaçmanın mümkün olduğunu söylüyor.''
Masaya eğilip bana yaklaştı. ''Aslında biraz mümkün. Kaçık adamı dinleyince kaçmanın önünde aslında hiçbir engelin olmadığını anlıyorsun aslında.''
Sonra konuyu kapatıp gözlerini yemeğime çevirince sahiplenircesine tepsiyi bir köşesinden sıkıca tuttum. Nedense herkesin bana, Ali'nin davrandığı gibi davranmasından korkuyordum, aslında yanımdaki bu adama şöyle bir bakacak olursak, yerinde bir düşünce gibi olacaktı.