Yalnızlık alışkın olduğum bir durumdu ama dışarı çıktığımdan bu yana geçen iki günde şimdiden sıkılmıştım. Önceden nasıl dayandığımı, neler düşündüğümü bile unutmuştum bu iki günde.
Şimdi ise sıkıntımı geçirmek için her hangi bir şey bulmaya koyulmuştum bu bomboş odada. Uyuyarak vakit öldürmeye çalışmıştım ama bir haftalık uykumu bu kısa zamanda aldığımda artık oyalanmak için uyumak bir seçenek olmaktan çıkmıştı.
Burası sessizdi, ben sessizdim ama kafamın içinde yine yoğun derecede bir gürültü hakimdi.
Ellerimle kulaklarımı kapayıp bir şekilde kafamda susmak bilmeyen seslerin ağzını kapattığını düşüyordum ama bu sefer tek dikkatimin onlarda olduğunun bilincindelermiş gibi sesler daha çok yükselmişti. Bedenimi dayadığım duvara kafamı sertçe vururken ellerimi hala kulaklarımdan çekmiyordum.
sus, dedim içimden. Ancak susmuyorlardı, hatta onlara karşı gelmem hoşlarına gitmiş gibi seslerin bana güldüğünü bile düşündüm. Delirecektim.
Bu iki günde Ali yine uğramamıştı. Uğramasını istediğimden değildi elbette ama yemeğimi bana getirirken benimle konuşan tek kişiydi ve bu aralar boş da konuşsa birinin sesini yanımda duymaya ihtiyacım vardı.
Başımı tekrar duvara vurduğumda kapı bir kere tıklanmıştı. Göz bebeklerim sadece saate çevrilmişti. Yemek saati olduğunu biliyordum, onun dışında kimse uğramazdı yanıma.
''Selam,'' kapının ardına gördüğüm bedenle anında benimle alay etmesin diye ellerimi kulaklarımdan çektim. Yüzüm ifadesiz dursa da içimden gülümsemiştim.
''Sanırım beni özledin.'' sırıttı. Ara sıra duygudurumunda hızlı değişiklikler olduğunun farkındaydım. Bir gülüyor bir bana sinirleniyordu. Nasıl davranacağını onun bile bildiğini düşünmüyordum. Benimle ne alıp veremediğini bilmiyordum, burada kaldığım süre boyunca onun gibisine asla rastlamamıştım.
''Gözlerin beni gördüğüne sevindiğini söylüyor,'' kapıyı arkasından kapatırken doğruldum. Kafamı duvara yaslayarak adımlarını takip ettim.
''Yemeğini getirdim.''
Yatağıma doğru yürümeye başlayınca kaşlarım çatıldı, yatakta değildim. Soğuk zeminde ölümün bana kucak açmasını bekliyordum.
Elinde bir liste vardı, diğer elinde de yemeğim. Benim yemeğimi yatağa bıraktıktan sonra yatağıma geçerek oturdu bana bile sormadan. ''Yemek bugün güzel biliyor musun?''
Plastik kaşığı eline aldığında dumura uğradım. Ne olduğunu buradan çözemediğim bir kaseye kaşığı daldırıp ağzına götürdüğünde ona bakmakla yetindim olduğum yerde. Bana hiçbir şey demeden yemeğimi yemeye başlarken elindeki listeyi kucağına bıraktı. Kağıtta yazan yazıları okurken kağıdın üzerine sabitlenmiş kalemi eline alarak konuştu.
''Hasta akşam yemeğini yedi,'' dediğinde şaşkınlığımı gizlemedim. Listeye bir şeyler karalayıp gözleriyle yazılanları kısık bir sesle okudu. Bakışları bana dönünce şaşırdığımı görmek onu gülümsetmişti. Burnunu çekip rahat bir tavırla yatağıma yayıldı, arkasındaki yastığı düzelterek sırtını yaslamak için kendine doğru çekti.
"Seni dinlemedikleri için konuşmayı kestin değil mi?" dedi sanki az önce yapmadığım bir şeyi kağıt üzerinde onaylamamış gibi. Kaşığı tekrar ağzına götürdüğünde hoşnutsuz bir ifadeyle yan tarafımdaki pencereye baktım.
"Seni dinleyen biri varken niye hala konuşmuyorsun peki?"
Bacaklarımı açıp ellerimi dizlerimin üzerine koydum. Yemeğimi yerken bilerek mi yapıyordu bilmiyorum ama çatal ve kaşık plastikten olmasına rağmen bir şekilde ses çıkarıyordu ve çıkardığı ses doğrudan beynimin içine giriyormuş gibi hissediyordum. Bir elimi kulağıma koydum ve hafifçe bastırdım.