Ruhumuzu bir mezara gömebilir miydik? Bir mezarı yuva yapabilir miyiz? Ruhumuz her öldüğünde gömülmezdi, hapsolduğu bedenin pes etmesini beklerdi. Bir mezar yuva olmazdı belki ama kaçış için ideal bir sığınaktı. Dünya’dan kaçmak için idealdi. Benim mezarım belki boştu ama ruhumun korkan kısmı sığınmıştı o boş mezara. Bir boş mezar benim ruhuma yuva olmuş yeni bir hayat sağlamıştı.
Bir boş mezar belki de ilk defa bu kadar muhtaç bırakılmıştı, bu ruha. Ruh kaçmıştı mezara, mezar bekliyordu bedeni. Ama bedenim o mezara girmeyecek, babasıyla hiç buluşmayacaktı. Bu bedene farklı bir mezar ev sahipliği yapacaktı. Bu beden kimsesiz kalacaktı.
İzmir’e, memleketime gelmiştim, aslında mezarıma gelmiştim. Yıllar önce olanlar hala aklımdaydı ve hala canımı acıtıyordu. Canımı acıtan birini öldürmem değildi aslında, canımı acıtan elime silah veren kişinin babam olmasıydı.
Yine izliyordum onu, mezarımın başında ağlıyordu. Her yıl yaptığı gibi gece yarsına kadar ayrılmıyordu, mezarımdan. Varisinin mezarından. Neden mi böyle düşünüyordum? Çünkü öldüğümü duyduğunda kızım diye değil varisim diyerek ağlamıştı. Mezar taşıma sadece adımı değil ‘Soykanların genç varisi’ diye bir nota yazdırmıştı. Buradan geçenler soyadına saygı duysun diye yaptırmıştı, bunu.
Beni fark etmiyordu ama biraz uzağında onu izliyordum. Toprağımı seviyordu ama kızım demiyordu.
“Sen nasıl bize ihanet edersin varisim? Nasıl bırakırsın soyunu?” diyerek seviyordu. O zamanlar adım Mila’ydı ama o hep varisim derdi. Belki de adım ‘Varis’ olmalıydı. O zaman içim acımazdı belki.
Okullar açılacaktı ve ben doktor olacaktım ama babam bana katil olmayı öğretiyordu. Evden kaçmak istedim, başaramadım. Yapamadım çünkü bulurdu, saniyesini almazdı. O güne gitti zihnim.Eve misafirler gelmişti, ben ise odama çekilmiştim onlarla karşılaşmak istemiyordum. Babamın dediğine göre bir iş adamı ve 20 yaşındaki oğlu gelecekti. Bunlar umurum da değildi.
Tam bir hafta sonra ön kayıtlar başlayacaktı ve ben ellerimdeki 35 kişinin kanıyla da olsa doktor olmak istiyordum, bu hayatı istemiyordum. Aslında kendi isteğimle odamda olsam da cezalıydım çünkü babam birinin azından laf alamadığı için tehdidini benim gerçekleştirmemi istiyordu. Bu bir çocuğa kıymak demekti.Ve ben karşı çıkmıştım hatta çocuğa kaçmasında yardım etmiştim ama kurtulmuş muydu? Bilmiyordum. Elimde babamın işkencelerinde kullandığı zehir vardı. Ve evet, intihar edecektim.
Bazılarına göre zayıflıktı ama benim için adaletti aslında. Sonuçta ben bir katildim, 35 can almıştım 1 ay içinde. Ben bunu yaparak Soykan soyunun sonunu getiremezdim ama onları güçsüzleştirir ve belki az da olsa insan canı kurtarırdım.Notumu yazmıştım, dökmüştüm içimdekileri. Şimdi bu zehri içecek olduğum zehir beni önce uyutacak 2 saat sonrasında beyinden başlamak üzere tüm vücudumu yavaş yavaş yok edecekti ve en son kalbime uğrayacaktı.
Tereddüt etmeden içtim, son damlasına kadar ve dua ettim. “Umarım benden sonra ölmez hiçbir çocuk.” tek önemsediğim çocuklardı. Çünkü ben çocuk olamamıştım.
Elimde kağıtla birlikte kendimi yatağa bıraktım. Gözlerim artık dayanamıyordu.
Savaşı kaybetti gözlerim ve karanlığa mahkum oldular. Kapı çaldı, tepki veremedim ama duydum. Bilincim hala açıktı ama bedenim hissizleşmeye başlıyordu.“İçeri gelebilir miyim?” bu misafir çocuğuydu ama tanımıyordum onu.
“Geliyorum?” Gelme diyemedim. Kapı açıldı içeri girdi. Yaklaştı, uyuduğumu gördü.Gittiğini hissederken uyuşmaya başlayan elim daha fazla tutamadı, kağıdı, düştü. Hisseti çocuk geri geldi, duyuyordum adım seslerini. Kağıdı aldı, açtı ve okudu. Hızlıca yanıma geldiğini hissetim, beni sarstı uyanmadım ama hala bilincim açıktı. Ama fazla dayanamazdım birilerini aradı. Ben ise dayanamayıp kendimi ölüme bıraktım.
🧪📜
Gözlerimi açtığımda bir otel odasındaydım ama benim ölmem gerekiyordu. Yattığım yerden doğruldum. Neredeydim? Komidinin üstünde bir zarf bir kart ve telefon vardı. Ayrıca yanında bir valiz. Kağıdı alıp okudum. Yazdığına göre; beni buraya getiren kişi beni kurtarmış ve ailemi kandırarak beni ölü göstermişti. Benden okumamı istiyordu, doktor olursan bana borcun kalmaz diyordu. O kart ve bu odayla kendime bir hayat kurana kadar yaşayabileceğimi de yazmıştı. Bir de not düşmüştü;“Vazo da olan papatyalarda senin için ama bu sefer ölmek isterken giydiğin o papatya desenli elbiseyi simgelemiyor. Umarım artık papatyaları sever ve onlarla yaşarsın.
Sen papatyaların simgelediği her şeysin.
NOT: Ben papatyaları çok severim.”Kimdi bilmiyordum ama kötü biri olmadığını hissediyordum. Telefonu elime aldığımda üstünde bir kartviz buldum arkasında “Kendine isim bul ve bu numaraya söyle sana o isimle bir gelecek tasarlayacak. Boğaziçi’nde okumak istiyorsan acele et.”
Sonrası basitti, yeni bir hayat kurdum. Hem çalıştım hem okudum ve asla pişman olmadım. Minnet duydum, kim olduğunu bilmediğim kurtarıcıma, nasıl yaptığını bilmediğim halde. Gözlerim babama kaydı, gidiyordu artık. Saat 23.59’du. İçimde buruk bir his oluştu.
İyi ki doğdum.
Geri döndüm sırtımı mezarıma. Bu sondu çünkü babam artık gelmeyecekti bir daha, benim de gelmeme gerek kalmayacaktı. Artık yeni varisine odaklanmalıydı. Ülkeye geri dönen abime. Burnumda tüten abime. Tek özlediğim aileme.
Seri adımlarla bindim motoruma, uzaklaştım ölüm kokan yerden.🩺
Bir zehir ve kurumuş papatya bıraktım, eskiden evim olan taştan yapıya. Bugün koruma olmazdı etrafta. Son kez baktım, ruhumun diğer boş mezarına. Öldüğüm, kan kaybettiğim, işkence gördüğüm, varis olduğum, eğitildiğim, nefret edildiğim, katil olduğum, acımasız olduğum, yalnız kaldığım, yalvardığım, kimsesiz kaldığım eve baktım.Gözlerim doldu, ağlamadım. Canım acıdı, sesimi çıkarmadım ama kalbim işkence çekiyordu. Ruhum ağlıyordu. Tek fark kimse fark etmiyordu.
Etmezlerdi.Saat 00.59’du. Motoruma bindim ve havaalanına doğru yola koyuldum. Bir daha görmeyeceğim İzmir sokaklarından geçtim. Son kez selamladım İzmir’i ve gittim
YAZARDAN
Motor sesiyle böldü geceyi kız ve böldüğü geceyi şehirle birlikte terk etti. Her yıl olduğu gibi adam 00.59’da çıktı dışarı ve yine aldı o zehir ve çiçeği. Onun varisi ölmüştü, tam bir ay 2 gün sonra varisinin ölümünün 10. Yılı olacaktı. Nasıl bırakmıştı onu anlamıyordu. Nasıl pes etmişti onun varisi. Gururuna yediremiyordu. Çiçeği attı yere ayağıyla ezdi, sinirle. Şişeyi attı bu sefer, küçük şişe paramparça oldu. Biri ona oyun oynuyordu ve bu artık sinirini bozmaya başlamıştı.Zaten kırılmış gururuyla kimin alay ettiğini merak ediyordu ama her kimse yakalanmıyordu. Bu, yaşlı adamı daha da sinir ediyordu. Oğlu yanına geldi. Fark etti yerdeki cam kırıklarını ve ezilen çiçeği, elini babasının omzuna koydu. İçi sinirle doluydu. Sadece 1 yıl yanında olamamıştı kardeşinin ve kardeşi ölmüştü. Bunu kaldıramıyor kendine kızıyordu, babasından koruyamadığı için kardeşini.
Bulmaya yemin etti, kardeşinin ölümüyle alay eden kişiyi. Onu bu zehre muhtaç etmeye. Kardeşinin acısı artık intikam isteğine dönüşmüştü. Tek istediği bu adamı bulup yok etmekti. Babasından alamadığı intikamı bu adamdan alacaktı
Ama o hislerini bile kandırabilen bir adamdı.
Yalanlar yeminlerin içinde gizliydi.
Yeni bir bölümle karşınızdayım umarım bölümü sevmişsinizdir.Instagram: mila_wattpad_
Diğer kitabım 'Siyah Sanılanlar' a da şans verirsiniz sevinirim.
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın. Seviliyorsunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLA
Mistero / ThrillerÖlmek istediğimde bana izin vermediler. Şimdi ise ölmemi istiyorlar. Ama benim varis olduğumu unutuyorlar. . . Kanlı bir ailenin varisi olduğunuzu düşünün. Öldünüz ama aslında yaşıyorsunuz. Ölmenizi istiyorlar, öldüreceksiniz. . Aslında ajan olan...