Melis'in odasında oturduğum onuncu dakikada ve artık sıkılmaya başladığım sırada Melis elinde iki bardak limonatayla ve yüzündeki büyük neşesiyle nihayet geri gelmişti.
"Eveeeet, işte geldim. Biraz beklettim kusura bakma."
"Yok yok hiç önemli değil. Ama zahmet etmişsin. Gerek yoktu."
"Sevmiyorsun musun yoksa? Başka bir şey getireyim istersen?"
"Yok yok hiç zahmet etme. Teşekkür ederim. Çok severim limonata. Sadece zahmet etmişsin diye." dedim ve Melis'in uzattığı bardağı aldım.
"Afiyet olsun. Uzun zamandır odamda misafir ettiğim ilk kişisin. Çok zaman oldu birini ağırlamıyorum burada." Yüzünde heyecan ve hüzün vardı. Beni misafir ettiği için heyecanlı, uzun zamandır kimse olmadığı için hüzünlüydü.
"Buna layık bir misafir olmaya çalışacağım." dedim gülümseyerek. Ve bardağımdan bir yudum aldım.
"Layıksın bence... Ee anlat bakalım, okuyor musun?" dedi yatağına uzanırken.
"Evet, mimarlık okuyorum. Aslında mezun olmam gerekiyordu ama bir ders yüzünden olamadım. O dersi de bu sene vereceğim." Acaba ben de ona sorsa mıydım? Bu durumda okuyamayacağını biliyordum ve bile bile sormak yarasını deşmek gibi olacaktı.
"Ne güzel. Ben üniversite sınavına bile giremedim. Hatta liseyi bile dışarıdan bitirdim."
"Bence sen inanılmaz güçlü bir kızsın. Üniversite koridorlarında koşa koşa gezeceğin zamanlar da olacak, inanıyorum."
"Ben o kadar da umutlu değilim."
"Uygun bir kalp bulunacağına inanıyorum ben. Sen de inanmalısın."
"Bu, birinin ölmesi demek ve ben benim için birinin ölmesini dilemeyi pek doğru bulmuyorum."
"Öyle düşünmemelisin Melis. Kimse senin için biri ölsün demiyor ki. Sadece buradaki süresini doldurup hayatını kaybeden biri varsa, -ki hep vardır- onlardan biri senin yaşamına devam etmeni sağlayabilir. Bu bencillik değil, yanlış düşünüyorsun. İnsanlar doğar ve ölür. Bizim doğamızda var."
"Aslında hayatta kalarak cezalandırıldığımı düşünüyorum. O kazada ben ölmeliydim. Ölmediğim için de bunları yaşıyorum."
"Öyle sonuçlanacağını bilemezdin. İyi bir şey yapmaya çalışıyordun."
"Yaptığım şey Cemre'nin hayatına mal oldu." dedi ve gözünden bir yaş damladı. "Benim yüzümden abim de yıllardır vicdan azabı çekiyor."
Ayağa kalktım ve Melis'in yanına oturup elimi koluna koydum. "Melis yapma böyle."
"Bana hiçbir şey anlatmıyorlar ama biliyorum. O kazadan sonra hiçbir şey eskisi olmadı."
"Melis eğer bir suçlu varsa o Melih Karahan'dır. Sen içlerinde en masum olansın. Kıyaslanamazsın bile."
"Cemre de masumdu." dedi ve diğer gözünden de bir gözyaşı damladı. Ne yapacağımı bilemediğim için Deniz'e mesaj attım. "Lütfen gel, Melis ağlıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum." "Biz çok iyi anlaşıyorduk." dedi yerinden kalkarak. Ve az önce baktığım fotoğrafı alıp bana verdi. "Hep böyle gülerdi, ablam gibiydi o benim." Cemre hayatta değildi ama bıraktığı izler hala Melis'in hayatında öylece duruyordu. Bir yerlerde asılı kalmıştı.
Hep öyle olmaz mıydı? Biri giderdi ve yokluğu hayatımızın orta yerinde asılı kalırdı. Giderdi gitmesine ama bir hayalet gibi peşimizden gelmeye devam ederdi. Sesi duyulmazdı, yüzü görülmezdi, kokusu hissedilmezdi, sarılmaya kalksak o da olmazdı. Bizi saran tek şey yokluğu olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN TUTSAKLARI (+18)
Fiksi UmumNabzım değiştiği için derin nefeslerim yerini kısa ve sığ nefeslere bırakmıştı. Onun nefesinin de düzensiz olduğunu fark ettiğimde kollarımı boynuna sarıp yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdım. "Seni seviyorum." dedi usulca, dakikalardır sabırsızlıkla b...