Gecelerin her zaman insanları ürküten bir tarafı vardı. Karanlığın getirdiği bilinmezlik endişe verici olsada aynı zamanda sırları saklayan güvenli bir tarafı da olduğu kesindi. Hava karardıktan sonra her şey olabilirdi. Dünyanın en güvenli ülkesinde yaşasanız bile kötü insanlar her zaman var olacaktı.
Seul'de geceler aslında gündüz olduğu kadar yoğun geçerdi. Asla uyumayan bir şehir düşündüğünüzde bu durum oldukça normaldi.
Yedi yirmi dört açık restoranlar, sabaha kadar ders çalışıp yürüyen bir ölüye dönüşen öğrencilerin olduğu etüt kursları, mesaiye kalan memurlar ve kulak patlatan müziklerle gece kulüpleri. Seul tıpkı canlı bir organizma gibi nefes alan ve devamlı değişen bir şehirdi.
Milyonlarca yürüyen, konuşan ve nefes alan bedenlerin arasında o da sıradan bir insan gibi görünüyordu. Hatta belki fazla sıradan. Göze batmayacak kadar.
Üzerinde lacivert ceketi altında aynı renk pantolonuyla klasik bir lise öğrencisiydi. Saat on ikiye yaklaşırken SAT sınavı için ölümüne çalışan etütten çıkmış gençlerden biri olmalıydı.
Kravatı göğsüne kadar gevşemiş ağır çantasını sadece sol omzuna geçirmişti. Gözlerini kapatan dağınık saçlarıyla belki de ders çalışmayıp tüm etüt boş boş uyumuş tembel birini andırıyordu. Dışarıdan onu gören biri dönüp ikinci kere bakmaya bile tenezzül etmezdi.
Yere bakarak hızlı ve büyük adımlarla yürüyor insanların arasından ustaca kıvrılarak geçiyordu. Acelesi var gibiydi, sanırım biran önce eve gidip uyumanın hayalini kuruyordu. Ön yargılarla şöyle bir bakıldığında bu genç hakkında dışarıdan bir gözün yapabileceği tasvir aşağı yukarı bu kadardı. Oysa durum göründüğünden biraz daha farklıydı.
Acelesi olduğu belki de doğru bir noktaydı ama eve yetişmeye çalışmıyordu. Takip ettiği kişiyi kaybetmemeye odaklıydı. Görüş alanında olan adam tanıdık bir şekilde her zamanki kıyafetleri içerisindeydi.
Kırklarına dayanmış olsa da rahatsız edici bir şekilde genç giyinirdi. Koyu bir kot pantolon, tarz bir siyah deri ceket ve botlar. Dışarıda gördüğünüzde yol sorabileceğiniz, hafif kırlaşmış saçlarıyla babacan duran biriydi.
"Acele et!"
Zihninin içinde bağıran sesle titredi ve elinden geldiğince hızlandı. Her adımıyla birlikte gölgesi gibi onu takip eden bu parazite bakmamak için büyük bir çaba harcıyordu.
Adamın peşinden giderek metroya indi. Merdivenleri çabucak geçerek kartını okutmak için kalabalığın arasına karıştı. Aslında bu takip oyununda o sonuncu ve üçüncü kişiydi. Önündeki adam utanmaya ya da çekinmeye bile gerek duymadan gözleriyle birini süzüyordu.
Onu işten çıkarken görmüştü. Tanıdığı ya da hoşlandığı biri değildi sadece denk gelmişti. Otobüste tüm gün çalıştığı için oldukça yorgun olan kadına kibar bir kahraman gibi davranarak yer vermişti. Karşılık olarak kadının yaptığı tek şey gülümseyip teşekkür etmek olmuştu. İşte bu ufak önemsiz an sapığın iki koca caddedir peşine takılıp metroya kadar gelmesine yetmişti.
Metroyu beklemek için banklardan birine oturdu. Cesurca gerine gerine gezen adamın aksine çocuk aralarda kalmayı seçerek saklandı.
"Öldürmelisin! Öldür..."
Çınlayan kulağına avcunun bastırdı ve dişlerini sıktı. Sanki sesi dışarı atabilecekmiş gibi kafasına vurdu. Onun bu haline bakan birkaç kişi tedirgince uzaklaştı.
Başını yerden kaldırmaya korkarak kulaklarını tuttu ve giderek artan çınlamanın arasında önündeki kirli çıplak ayaklara baktı. Yanık ve çiziklerle dolu, ölünün leylak rengi tenine sahip ayaklar ve berbat çürük kokusu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)
FanfictionÇocukluğundan beri asla görmemesi gereken şeylerle yaşayan Jisung peşinde sürüklediği intikam hırsıyla yanıp tutuşan bedenler tarafından yutulmak üzereyken ideallerine oldukça bağlı sıradan bir hayat yaşayan Minhoyla karşılaşır. - D*z yazı annecim b...