Bölüm 26- Özgür Tutsak

77 24 2
                                    

Duyduğum uzaktan gelen belirsiz ses kuvvetli bir fırtınaya ait gibiydi. Hala kurumda olduğumu biliyordum ve beyaz gürültünün cızırtısını belirli belirsiz hatırlıyordum.

Gözümün önünde şimşekler çaktı. Kırmızı bulutlar dağılırken birinin çığlık attığını duydum. Nefes nefese bir şekilde doğrulduğumda sıradan EX9 hücrelerinden birindeydim. Ufak bir odada sadece tek kişilik yatak.

Ayaklarımı fayansa basıp yatakta oturdum. Karşımdaki pencere demir parmaklıklarla kaplı olsa da yağan karla bembeyaz olmuş bahçeyi görüyordum. Hala Kore'de olmalıydım. Büyük ihtimalle beni buradaki yan tesislerden birinde tutuyorlardı. Güney Kore'de yeni bir yer inşa ettiklerinden haberim bile yoktu. Beni hala buradan çıkarıp Avrupa'ya götürmedilerse kurumda işler karışık olmalıydı.

Kafamdan uzanan ve göğsüme takılı kabloları çekiştirip çıkardım. Yani başımdaki alet tiz bir sesle ötmeye başladığında çoktan sarsak adımlarımla cama doğru yürüyordum.

Bir sorun vardı. Yolunda gitmeyen bir şeyler. İki avcumu da cama yaslayıp nefes nefese bir şekilde bekledim. Sadece altımda ince soluk yeşil bir pijama vardı. Üşümem gerekiyordu ama berbat bir şekilde yanıyordum.

Gözlerimi her kırpışımda rüzgarı hissediyor ve sanki aşağıya doğru düşüyordum. Kırmızı bulutlar ve devasa bir fırtına. Sanki ruhların tarafına geçiş yapıyor gibiydim.

"Uyuyan güzel ayaklanmış." Biri dikkatimi çekmek için kapıya sertçe vurdu. "Yatağına dön yoksa doktorları çağırmak zorunda kalırım." Berbat Koreceyle konuşan bir asker. Sanki az sonra çatışmaya gidecekmiş gibi askeri bir üniforma içerisinde kaskı ve kurşun geçirmez yeleği takılı elinde de eski bir ak-47 tutuyordu. Bu kadar güvenlik önlemi altında tutulmam şaşırtıcıydı.

Silahı bana doğru sallayıp yatağı gösterdi. Bakışlarımı ondan ayırmadan yatağa geri geçip oturdum. Enerjime ve sağlam bir zihne ihtiyacım vardı. Bıçakların beni tekrar uyuşturmasını istemiyordum. "Bekle tamam mı bekle..." Salağa anlatır gibi eliyle işaretler yapışına güldüm.

"Tamam bekliyorum." Bende aynı şekilde üstüne basa basa İngilizce cevap verince suratı buruştu. Geldiği gibi geri çıktı ve kapıyı örttü. Bipleyip duran makine sinirimi bozduğu için fişini çektim.

Sırtımı geriye yaslayıp öylece beklemeye başladığımda çok vakit geçmeden az önceki asker adamla birlikte içeriye iri yarı iki tane hasta bakıcı girdi. Sözlere gerek yoktu prosedürleri biliyordum.

Onlara karşı dönerek ayakta bekledim. Ellerimi ileri uzatıp kalın kayışı boynuma bağlamalarını oradanda ellerime ağır kelepçeleri geçirmelerini izledim. En son metal plakayla ağzımı kapattılar ve tek bir kelime etmeden gözümün içine bile bakmadan geri dönüp gittiler.

"Eee madem İngilizce biliyorsun. Sohbet edecek çok şeyimiz olacak demektir." Kapıya yaslanıp bekledi. "Hadi köpeği çişe çıkartalım." Arkama geçti ve silahla beni ileriye ittirdi. Haftalık bahçe saati. Ne kadar süredir buradaydım? Laboratuvarlardan ne zaman çıkıp yukarıya alınmıştım?

"İlerle!" Sinirle soludum ve koridora geçtim. Çıplak ayaklarım tozlu fayansta iz bıraktı. "Güzel bacakların bir işe yarasın hadi yürü!" Beni yine ittirdi ama bu sefer belimi tutmak gibi büyük bir hataya kalkıştı.

Arkamı döndüm ve bacağımı göğsüne vurup onu sertçe ittim. Yere düştüğünde ağır eldivenleri kollarına indirdim ve tek dizimi göğüs kafesine bastırdım. "İşte bu bacaklar bu işe yarıyor." Maskenin arkasından boğuk bir sesle konuştum.

"Bana bir daha elini sürersen sikini koparıp sana yediririm. İşini yap ve uzaktan nöbetini tut." Nefessiz kalıp kırmızıya dönüşen suratıyla geri çekildiğim gibi öksürdü. Ben de onu orada bırakıp dümdüz koridorda ilerledim.

Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin