Bölüm 4- Kabus olmalı, değil mi?

161 28 28
                                    

"Kalemi vurup durmayı tahmini ne zaman bırakırsın?" Hiçbir zaman kolay korkan biri olmamıştım. Hatta tam tersine korkunç hikayeler filmler ya da korkuyla ilgili her şey beni heyecanlandırdığı ve hayatta hissettirdiği için bayılırdım.

Ama Leeji'nin sesiyle neredeyse yerimden sıçradım. Kalem elimden uçup zeminde yuvarlandı. "Sorunun ne lan senin? Kafan hala iyi mi?" Elini alnıma koydu bense ondan kaçıp sıkıntıyla ofladım. "Evet evet öyleyim. Şimdi rahat bırak beni."

"Aman seni düşünende suç." Ellerini göğüs hızasında bağladı ve söylenerek uzaklaştı. Dünden kalma değildim ama kafamın iyi olmadığı kesindi. "Belki de bir psikoloğa görünmeliyim." En son hatırladığım kadarıyla amnezim yoktu. Ciddi bir mental sorun geçmişine de sahip değildim. Yaşadığım en büyük bunalım her genç gibi sınav dönemlerindeki kısa süreli anksiyetelerdi.

"Ha? Neye görüneceksin?" Masama gelen Bay Kang sayesinde ikinci bir korku atağı yaşamamak için tepkimi saklamaya çalıştım. "Önemli bir şey değil Efendim. Kendi kendime konuşuyordum." Delirmenin eşiğindeki birine bakar gibi beni bir süre izledi ama sonra boş verip dosyaları önüme koydu.

"Bunlar redakte edilecek. Word'de düzenleyip bana maille." Başımı salladım ve dosyayı açıp incelemeye başladım. "Birde kahve getir." Yerine geçerken konuştu. "Tabii Efendim." Aklımı boş tutacağı için bana verilen görevi keyifle kabul ettim ve ayağa kalkıp mutfak kısmına ilerledim.

Sadece ne kadar düşünürsem düşüneyim kafamdaki hiçbir şey tam olarak yerine oturmuyordu. Budist bir ailede oldukça inançlı bir anneannenin yanında büyümüştüm. İntikam için dönen hayaletler ve insanların çocuklarını çalan canavarlar gibi tonla hikayeyi dinleyerek geçmişti çocukluğum. Korkuyla ve bilinmeyenle igili her şeye duyduğum bu önlenemez ilginin büyük bir kısmını da bu oluşturuyordu.

Anneannem devamlı tespih çeker yedi yirmi dört radyodan sürekli budist duası okuyan bir kanalı açardı. Evi ağır bir duman ve tütsü kokar her kapısının üstünde sarı dua kağıtları asılı olurdu. Çocukken maruz kaldığım bu batıl inançlarla dolu korku dolu ortam beni büyüdüğümde cesur ve Agnostik biri olmaya iten en öncelikli sebepti. Şimdiyse tüm hayatımı ve yaşamımı baştan sona sorguluyordum.

"Kesinlikle psikoloğa görünmeliyim." İnsanların maruz kaldıkları aşırı yoğun stresli zamanlarında beynin bir şeyler uydurabileceğini okumuştum. Tıpkı çok fazla uykusuz kalınca sanrılar görmeye başlamanız gibi. Ama sokağın ortasında bayılıp evinizde uyanmak mı? Buna ne çeşit bir sanrı sebep olabilirdi?

"Çocuk. Kahveni alacak mısın boş boş bakacak mısın?" Arkamdan gelen kadınla düşüncelerimden kurtuldum. "Ha. Tabii. Kusura bakmayın lütfen." Kupayı alıp hafifçe eğildim ve kenara çekildim. Bu dalgınlıkla başıma bir iş gelmeden masama geri dönsem iyi olurdu.

Bay Kang'a kahvesini verip bana ayrılan köşede kalmış ufak masaya geçtim. Leeji bana bir süre daha şüpheyle baktı ama işi başından aşkın olduğu için tekrardan yanıma gelemedi. Sanarım benim kadar dakik birinin bu sabah neredeyse yarım saat gecikmiş olması şoke edici bir durumdu.

Dün geceyle ilgili hatırladığım en son ve net görüntü siyah ceketli kişinin "Onu gördün mü?!" diye beni sarsmasıydı. Tamam buradan gördüğüm bu şeyin tek başıma geçirdiğim bir sanrı olmadığı anlaşılabilirdi. Ama o zaman bu şey neydi?

Sorgularımı daha dini bir çerçeveye oturtursam bu olayı anneannemin anlattığı kötü ruhlarla uğraşıp kabilelerini koruyan şamanlara benzetebilirdim. Ama ne şamanlar süper kahramanlardı ne de herhangi bir insan elinden kırmızı dikenler çıkarıp başka garip bir bedeni patlatabilirdi. Bu paranormal bir anomaliyi aşıyordu çünkü gerçeklikte fiziki bir beden buluyordu.

Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin