İki avcumu fayanslara yaslayıp suyun ayaklarımın altından akıp gidişini izledim. Her nefes alışımda bedenim yanıyor gözlerimi kapattığımda turuncu alevler etrafı sarıyordu.
Olayın coşkusuyla belki de sonunda bir şeyler bulduğum için bunu düşünecek vaktim olmamıştı. Ama ben birinin ölümünü görmüştüm. Kulağa imkansız geliyordu. Kesinlikle şizofrenik bir atak geçirmişim gibiydi.
Oradaydım. Kömürün kokusunu ellerimin arasındaki küreğin tahtasını bile hatırlıyordum. Işığın gözlerimi yakışını ve tenimin kavruluşunu. Ama bunlar benim başıma gelmemişti. Ölen oydu. Tüm bunların hisseden. Ben sadece izleyendim.
Suyu kapatıp duşakabinden çıktım. Soğuk bir duş alırsam kendime geleceğimi düşünmüştüm ama hala havale geçirir gibi yandığımı hissediyordum. Sorunsa tenimin soğuk olmasıydı. Fiziksel olarak hiçbir sorun yoktu ama yine de berbat haldeydim.
Bornozumu giyindim ve başıma ufak bir havlu atıp mutfağa geçtim. Buzdolabını açtığım gibi çıkardığım suyun kapağını açıp kana kana içtim. Mutfakta oturan Seungmin önüne saçtığı defterlerden başını kaldırıp göz altından bana baktı.
Geldiğimden beri konuşmamıştı. Biraz tuhaf davrandığımı biliyordum ama her gün yanan birinin yerine geçmiyordunuz. Sonunda dayanamayıp ağzını açtı. "Biraz daha içersen su zehirlenmesi yaşayacaksın."
Bitirdiğim şişeyi çöpe attım ve yenisini çıkarıp açtıktan sonra buzdolabını kapattım. "Hasta mı oldun?" diye yeniden konuştu. Ben de kendimi sandalyeye atıp karşısına oturdum. "Bilmiyorum. Belki üşütmüşümdür." Başını salladı ve işine geri döndü.
"Yeşil çay yapacağım içer misin?" Kitabını kapatıp ayağa kalktı. "Ben koyarım. Sen git üstünü giyin." İtiraz ettim ama beni iterek mutfaktan çıkardı. Mecbur odama geçtim ve üstümü giyinmeye çalıştım. Çalıştım çünkü üzerime ne çeşit kumaş değerse değsin tenim sızlıyordu.
"Minho!" Üzerimi giymemeyi seçip altıma sadece ince bir pijama geçirdim. "Ne oldu?" Başımı çıkarıp salona doğru bağırdım. "Telefonun çalıyor." Zayıf sesi takip ederek girişe doğru ilerlerken telefonumun askılıkta olan çantamda kaldığını hatırladım.
Aramaya yetişemedim. Hatta telefon kapandıktan sonra bile çantanın içinde bulamadım. "Çay hazır mutfakta. Ben odama gidiyorum." Elinde kupayla koridordan geçen Seungmin kendi odasına çekilip kapıyı örttü.
Sonunda telefonu bulup çıkardım ve çabucak bildirimlere baktım. Bir arama ve üç mesaj vardı. İkisi de Jisung'a aitti.
Han Jisung
Sanırım meşgulsün
Yarın seni burada bekleyeceğim olayla ilgili bir şeyler buldum
*KonumAttığı yer iş yerime oldukça yakın bir kafeydi. Mesajı açmadan telefonu kapattım. Mutfağa gidip çayımı aldım ve salona geçip koltuğa çöktüm. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Kendime hala inanamıyordum.
Eve geldiğim gibi telaşla tüm defterleri baştan sona karıştırmıştım. Körlük yöntemini tam dört kez tekrar ve tekrar okumuştum. Kişi gözlerini kapatır üçüncü gözünü açmaya odaklanır (bunun mecazi mi yoksa gerçek mi olduğunu bilmiyordum) ve hiç düşünmeden ayaklarının onu götürmesine izin verirdi.
Bu yöntemin diğer bir adı Ruh Çekişi'ydi. Bu adı almasının amacı aslında kendinizi tamamıyla savunmasız bırakıp ruhun ya da bu şey her neyse onun sizi olay yerine sürüklemesine izin vermekti.
Herhangi bir geçişten ya da ölen kişinin olay anını yaşamaktan falan bahsedilmiyordu. Jisung sürekli görülerin durumunun farklı olduğunu ve kendilerine ait özel yetenekler geliştirebildiklerini söylüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)
FanfictionÇocukluğundan beri asla görmemesi gereken şeylerle yaşayan Jisung peşinde sürüklediği intikam hırsıyla yanıp tutuşan bedenler tarafından yutulmak üzereyken ideallerine oldukça bağlı sıradan bir hayat yaşayan Minhoyla karşılaşır. - D*z yazı annecim b...