Bölüm 20- Doğrusu Bilinen Yalanlar

102 23 10
                                    

Berbat bir günün giderek berbat olan akşamındaydım. Elimde kafa karışıklığından başka hiçbir bilgi yoktu. Gördüklerimi belirli bir yere oturtamaya çalışmış bir kağıda yazıp tekrar ve tekrar okumuştum. Yeniden canlanan bir beden vardı ama nasıl?

Hyunjin ve Jeongin de benim kadar bu konuda bilgisizdi. Changbin'in bizim için internetin dibine girerek bulduğu eski kitaplar ve birkaç el yazması parşomen de ise yeniden dirilmeye en yakın tasvirler hep vampirlere ve hortlaklara aitti. Tabii bu durumda yeniden dirilen kişinin bedeni daha şeytani bir güçle gençleşiyor ve asla yaşlanmıyordu. Ve açıkçası kişilikleri yani ruhları da değişmiş bir şekilde dönüyorlardı. Bir nevi Garezler gibi.

Karşımızdaki durumdaysa orta çağ dönemindeki deli bir doktorun bitirme tezi gibi organ nakli yapılarak kişinin bedeni yenileniyordu. Bir o kadar bilimsel ama aynı zamanda manyakça duruyordu. Yine de kim neden ve nasıl bir amaçla ölmüş insanları geri getiriyordu?

Aslında ölen kişilerin geri diriltilmeye çalışılması ya da ruhlarının çağrılması yeni bir konsept değildi. Viktorya dönemindeki ruh veya ölü fotoğrafçılığı bu yüzden başlamıştı. İnsanlar her zaman yakınlarını görmek ya da son bir veda için onlara ulaşmaya çalışmıştı. Tabii tarih boyunca bu insanların dolandırılmasına sebep olmuştu. Çünkü ölü bir şey geri gelemezdi. Biyolojik kanun böyle işlemek zorundaydı.

Akşam saatleri olduğu için pek dolu olmayan otobüste kendime oturacak bir yer bulabilmiş camdan dışarıyı izliyordum. Yağmur hafiften atıştırıyordu gökyüzü sevdiğim koyu bir lacivert tonuna bürünmüştü. Aklımdaki sorular olmasa ve kafamın arkası ağrımasa aslında güzel bir akşamdı.

Hyunjin'in anlattığına göre içeriden duyduğu çığlıklarla yanıma gelmiş ve beni yerde debelenirken bulmuştu. Dakikalarca korkunç bir şekilde gözlerim akları görünecek kadar geriye kaymış bir halde titreyip durmuştum. Ne yapacağını bilemediği için ben kıvranırken daha fazla etrafa çarpmamam adına beni tutmuştu. Debelenmem kesilince alnımın ortasında açılan gözü gördüğüne yemin ediyordu. Üstelik hayatında daha önce hiç bu kadar farklı bir mavinin tonuna rastlamadığına.

Yani kafam bu yüzden ağrıyordu işte. Yere sağlam düşmüş titremem kesilince düşe kalka dışarı taşınmıştım. Gözlerimi açtığımda arabalarının arka koltuğunda çığlık atıyordum.

Bu zamana kadar bir elin parmaklarını geçecek kadar geçiş yapmıştım. Çok tecrübeli olmasam da hiçbirinde yere düşüp kafamı falan yarmamış ya da bedenim bu kadar ağrımamıştı. Jisung bana geçiş sırasında nasıl göründüğümü hiç anlamamıştı açıkçası ben de sormamıştım. Düşmemem için beni tutuyor muydu ya da üçüncü gözümü o da görmüş müydü emin değildim. Eğer gördüyse neden anlatmamıştı? Saklamasını sebep olan şey neydi?

Düşünceler içinde donuk bir şekilde ilerledim ve otobüsün durması için düğmeye bastım. Dışarı inip kendime sığınacak bir yer aramak için mağazalardan birinin içine dalarken telefonum çaldı.

"Yaklaştın mı?" Arayan Jisung'du. Bu yüzden buradaydım. Akşam yemeği yemek için daha doğrusu özür yemeği. Ofise geri döndüğümde mesajına cevap vermediğim için beni aramış tavırları yüzünden benden özür dileyip yemeğe çıkarmak istemişti. O anda teklifine hayır demesem de şu an da nasıl zihnimdeki tüm bu şeylerle yüzüne bakacağımı bilmiyordum.

"Geldim ama karşı tarafta indim. Çok yağmur yağıyor bir giyim mağazasının içindeyim." Parlak sarı ışığın altında gözlerim ağrısa da gelişi güzel sonbahar koleksiyonuna baktım. "Nerdesin göremiyorum." Telefonun diğer tarafından sesin değişip dışarı çıkışını ve yağmuru duydum.

"Bekle. Kapının önüne çıkıyorum." Ben de dışarı çıkıp tıpkı onun gibi etrafa bakılarak restoranı aradım. "Ben seni gördüm." Heyecanla konuştu. "Olduğun yerde kal. Geliyorum." Telefon kapandı. Derin bir nefes alıp verdim ve sıkıntıyla etrafa baktım.

Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin