Sonbahar ayının serin havası sarp kayalıklardan yukarıya doğru çıktıkça yüz kesen bir ayaza dönüşmüştü. "Daha çıkacak mıyız?" Jisung nefes nefese bir halde arkamdan bağırdı. Yanlamasına giderek çıktığımız bu dimdik yokuşta adım atılacak tek yer ince keçi yollarıydı.
"Bilmiyorum hissetmeye çalışıyorum." diye karşılık verdim. Ruhun gözümün önüne getirerek bana tarif ettiği yol dik yokuş kayalıklar ve terk edilmiş eski bir köyden oluşuyordu. Görüntüdeki kişi aceleyle gece vakti hareket ediyor resmen kan ter içinde bir halde elindeki kovayı taşıyordu. Ağır ve oldukça dolu kova her adımında sallanıp dökülürken kalabalık bir kadın grubunun önünde durdu ve kovayı daha yaşlı bir kadına emanet etti.
Geriye doğru yürüyüp etrafa bakmıştı. Bu sayede ahır ya da baraka gibi eski bir kulübe binanın etrafındaki kadınlar görünmüştü. İçeriden acılı çığlıklar yükseldi ve olayı gözünden gördüğüm güçsüz diyeceğim o ufak beden kadınları yararak içeri girmişti.
Sahne tek kelimeyle anlatılamaz bir durumdu. Hissettiğim çok fazla acı ve duygu yükü hala kalbimin üzerinde nefes almakta zorlanacağım bir ağrı yapıyordu. Kıpkırmızı bir suratla ölümüne acı çeken genç kızın yanına çöktü. Ellerini tutup avucunun içine aldı ve öptü. "Dayan Unni buradayım."
Ama duruma uymayan bir olay yaşanıyordu. Jisung kadının doğum yaparken öldüğünü söylemişti ama o doğum yaptı. Oldukça güçsüz ama hayatta bir şekilde. Tekrardan eller tutuldu ve yeminler içtirip sözler verdirdi. "Lütfen. Lütfen Jiwo ona-" Tanık olduğum her şey bu kadardı.
"Hava kararıyor. Gidip dinlenmeli ve yarın gelmeliydik." Söylenerek ilerledi bense çoktan adımlarımı kuvvetlendirmiş tepeyi görmenin şevkiyle hızlanmıştım.
Göz alabildiğine uzanan boş ovada iki tepenin arasında biraz uzakta kalan evlerin çatısı görünüyordu. Batmak üzere olan güneş beni huzursuz etti. Etrafta hala bir ruha rastlamasam da karşıma nelerin çıkabileceği soru işaretiydi. "Sonunda!" Bu sefer ileri atıldı ve resmen toprakta kayarcasına aşağı inmeye başladı.
"Jisung-ssi..."
"Hm?" Mırıldanarak beni yanıtladı köyün girişine yaklaşıyorduk. Çantasından sürekli ötüp duran ufak telefon gibi görünen bir cihaz çıkarmıştı. Sağa sola hareket ettirdikçe üzerindeki ışıklar yanıp sönüyordu. "Kadının doğumda öldüğüne emin miyiz?"
Olduğu yerde durdu ve başını çevirip bana baktı. "Neden söylemediğin ya da atladığın birkaç bilgi var gibi hissediyorum?"
"Hayır! Her şey anlattığım gibiydi." Görüntü sonuçta bir yerde bitiyordu. Bizde kadının sonrasında kan kaybından ölmüş olabileceğini düşünmüştük. Belki de orada bulunan kadınlardan intikam almak isteyerek döngüden çıkmıştı. Yani öne sürdüğümüz teori buydu.
"Sadece..." duraksadım o da yürümeye tekrardan başladı. "Doğru gelmeyen bir şeyler var." Köyün adının yazdığı tabelanın önüne ulaştık. Yıkık dökük korkutucu bir harabe. Bir zamanlar anıların olduğu neredeyse savaş zamanından kalmış gibi eski hissettiren bu yere baktığımda içim tarif edilemez bir acıyla burkuldu.
Elimi kalbimin üzerine attım ve ağrı yüzünden iki büklüm oldum. "Yerimizi bulduk." Elindeki cihaz delicesine tiz bir gürültü çıkardı ve tüm ışıklar kırmızıya kadar yandı. Toparlandım ama ayakta durmak çok zordu. "İyi misin?" diye döndü ve yürümem için destek oldu.
"Çok..." diyebildim nefesim kesilirken. "Çok fazla pişmanlık" evlere bakarken devam ettim. "Hayal kırıklığı." Boğuk çığlıklar etrafımı sardı. Silik gölgeler bağırarak biçimsiz sokaklarda koşturup kayboluyor sanki bir şeyden kaçıyorlardı. "Görmek- görmek istemiyorum." Gözlerimi sıkıca yumdum ama yaptığım şey hiçbir işe yaramadı. Varlığını unutmaya çalıştığım kaşımın arasındaki göz daha berrak bir şekilde bana etrafı gösterdi. "Her yer yanmış." dedim sonunda farkındalıkla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)
FanfictionÇocukluğundan beri asla görmemesi gereken şeylerle yaşayan Jisung peşinde sürüklediği intikam hırsıyla yanıp tutuşan bedenler tarafından yutulmak üzereyken ideallerine oldukça bağlı sıradan bir hayat yaşayan Minhoyla karşılaşır. - D*z yazı annecim b...