İnsanlar her zaman hayatlarında bir şeyler için çabalardı. Liseyi geçmek, iyi bir üniversiteye girmek. Mezun olduktan sonra güzel maaşlı bir iş bulmak. Sonrasında evlenmek ve çocuk sahibi olmak. Belki de son nefesine kadar para biriktirmek ve hiçbirini harcayamadan ölmek. Döngü her zaman aynıydı.
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yürüdükçe hayatın aslında ne kadar da çok arafa benzediğini düşünürdüm. Ömrümüzün bir kısmını geçirdiğimiz bir belirsizlik. Dünya benim için çoğu zaman bundan ibaretti.
Her sabah kalk, hazırlan, insan selinin içinde metroya bin ve işine git. Tüm bir gün bomboş bir şekilde ekrana bak, belki birkaç maile cevap ver. Öğle arası toplantıya katıl ve herkesi dinliyor taklidi yap. İşi aşırı önemliymiş gibi davranan insanlar arasında ciddi dur.
Her gün, her saniye bitmek bilmez bir şekilde tekrar eden döngü. Ölülerle içli dışlı yaşadığınızda hayatın değersizliğini kavrıyordunuz.
Aslında geriye bakıp kendi hayatımı düşündüğümde ne zaman öldüğümü oldukça net hatırlıyordum. Yaşamım asla süslü peri masallarındaki kadar güzel ya da bomboş bir yan karakter kadar sıkıcı olmamıştı.
Babam iyi bir insan değildi, şimdi düşününce de annem de aptalın tekiydi. Kocası onu her akşam döverdi ama sonuçta kocasıydı. O olmasa nasıl hayatta kalırdı?
Beni umursayan kimse yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Okuldaki öğretmenler vücudumdaki yaraları umursamazdı. Komşular her akşam attığımız çığlıkları umursamazdı. Polislerde eğer anneniz anlattıklarınızın tam tersini söylerse sizi dikkate almazdı.
Babam annemi öldürdüğünde hiç üzülmedim. Onları asla anne ve babam olarak görmedim.
Annemin ölümü ve babamın hapse girişi benim için yeni bir yaşam imkanıydı. O güne kadar beni asla umursamayan devlet yardımcı oldu ve eğitim masraflarımı karşıladı.
Hayatım normale dönmek üzereydi. Kurtulmaya çok yaklaşmıştım. Sonra babam af alıp hapisten çıktı ve annem yaşarken almadığı intikamı öldüğünde almaya karar verdi.
Onu ilk görmeye başladığımda on beş yaşındaydım. Önce sadece sesleri duyuyordum. Kapılar tıklatılır, duvarlar çizilirdi. Sürekli acı içindeki yakarışlar ve hareket eden gölgeler.
İnsanlar bazen ölen yakınlarıyla iletişime geçmek için her türlü yolu denerlerdi. Ama ölen hiçbir şey tanıdığınız gibi geri dönmezdi.
Onu görmezden gelmeye çalışmıştım. Aynada bana kan içinde kalmış mor suratıyla göründüğünde ya da tıpkı bir parazit gibi sırtıma yapışıp benimle her yere gelmeye başladığında.
Hep konuşurdu. Asla susmazdı. Bir süre sonra başka insanların sesinin neye benzediğini unuttum. Devlet beni zaten psikoloğa gönderiyordu. Ona gördüğüm şeylerden bahsettiğimde beni psikiyatriye gönderdi, psikiyatride eczaneye. Kullandığım kutu kutu ilaçlar hiçbir işe yaramıyordu. Annem asla gitmiyordu. Onu öldürmeden de hiçbir yere de gitmeyecekti.
Annemin hayaletinin babamı öldürmesine yardım ettiğimde on altı yaşımdaydım. Öldüğümde de on altı yaşındaydım.
Babamın bedenini orada bırakıp artık annem omzumda olmadan kaçtığımda kendimi öldürdüm. Ama geri döndüm. Ölmeyi bile beceremedim.
Ruhlar görünmez olabilirdi ama cinayetler değildi. Babamı öldürdüğüm için suçlandım ve buna karşılık verebileceğim hiçbir cevap yoktu. Annem yaşarken hayatımı mahvetti ve öldüğünde de etmeye devam etti.
Islah evine gittim ve belki de Güney Kore'deki her psikiyatri kliniğini ziyaret ettim. Önce herkese derdimi anlatmaya çalıştım. Ama kimse bana yardımcı olamayınca konuşmayı bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kabuslar ✔️ (Minsung)
FanfictionÇocukluğundan beri asla görmemesi gereken şeylerle yaşayan Jisung peşinde sürüklediği intikam hırsıyla yanıp tutuşan bedenler tarafından yutulmak üzereyken ideallerine oldukça bağlı sıradan bir hayat yaşayan Minhoyla karşılaşır. - D*z yazı annecim b...