dokuzuncu bölüm, taze kavrulmuş kahve

273 36 7
                                    

Mingyu korkudan kıvranıp bardan koştur koştur çıktığında aklında olan tek şey Wonwoo'nun iyi olduğuydu. Onu gözünden çıkarmak için daha erken olduğunu düşünüyordu. Basit bir iddiadan doğsa bile bir süre etrafında olmasını istediği biriydi.

Bunu kendine kolayca itiraf edebilecek kadar aklı yerindeydi de. Mingyu için özgürlük buydu işte. Sadece hayatıyla değil, duygularıyla düşünceleriyle özgürdü. Onum özgürlük anlayışı buydu. Bu anlayışının arkasında durarak bardan çıktığında bir boklar döndüğünü çoktan sevmişti.

İkilinin bardan çıkıp kaldıkları yere gidebilecekleri en kısa yolu düşünerek koştur koştur ilerlediği sokaklarda fazla dikkat çektiğini biliyordu. Bu, bir serseri için çok büyük bir hataydı ancak şu kısımda çok da düşündüğü bir ayrıntı değildi.

Koşa koşa geçtiği sokaklar arasında önünde bir kalabalık belirdiğinde duraksadı. Birkaç kişinin Wonwoo ve yanındaki dallamayı sıkıştırmaya çalıştıklarını gördü. Plan yapmadı, düşünmedi bile. Hızını hiç kaybetmeden yanlarına giderken kenardaki bozuk kaldırım kenarından destek alarak zıpladı.

O an aklında sadece birini düşürmek olan Mingyu zıpladığı yerden heriflerden birinin sırtına geçirdiği tekme ile yere düşürdü. Bu müdahele sayesinde etrafı rahatlayan Seungcheol bir diğerini tek yumruğuyla devirdi.

Mingyu o an onunla bakıştığında aslında bu ilk resmi tanışmalarıydı. Kendini açıklama derdine düşmeyecekti. Onun da neden böyle bir şeyi yaptığını sorgulayan bir hali yoktu açıkçası. O iki saniyelik bakışmada ağzından tek bir şey çıktı.

"Wonwoo'yu götür."

İtiraz etmedi, şaşırmadı veya sorgulamadı. Hayatının alışkanlığı o kriz anında tüm seri kanlılığını kullanarak endişelendiği kişiye baktı. Beklediğinin aksine Wonwoo'nun onu tutmaya çalışan birini omzunda çevirip yere serişine şahit oldu.

Bu sandığından daha etkileyiciydi.

Ancak hiç de sırası değildi. Geldiğini fark eden Wonwoo ona baktığında Mingyu çoktan elinden yakaladı ve peşine götürmeye başladı.

"Seungcheol yalnız kaldı."

O dallama yalnız kaldığı için kendisi de bir miktar üzülmüştü ancak Mingyu denileni yaptı. Wonwoo'nun geri dönmek için çabalamasına fırsat vermeden cevapladı.

"O istedi."

Birlikte koştur koştur kaçtıklarında arkalarından birileri geliyordu. Alt şehri bilmedikleri Mingyu'nun izini çok kısa bir sürede kaybettirmesinden anlamıştı açıkçası. Labirent gibi bu sokaklarda isteseler kolayca karşılarına çıkabilecekleri kestirmeler varken hiç de bildiklerini sanmıyordu.

İkili izini kaybettirdiklerini fark ettikleri anda Mingyu bir gölgeye sokup durdu. Soluklanmalıydı zira ayaklarını kıçına vura vura kaçmışlardı. Wonwoo da kendisi gibi sanki bir daha nefes alamayacakmış gibi derin derin soluyordu.

"Ne sikim istiyorlar sizden?"

Wonwoo ona ters bir bakış attı.

"Sence şimdi sırası mı?!"

Mingyu sinirle bağıran Wonwoo'yu susturmak için eliyle ağzını kapattı. Yakalatmak istiyordu galiba. Diğer elini de kendi ağzına götürüp tıpkı bir hemşire gibi susması için işaret etti.

"Bağırmak için de hiç sırası değil."

Wonwoo bacağına sertçe vurduğunda Mingyu acıyla kıvranırcasına geri çekildi. Sandığından daha sinirli olduğunu o an yeni yeni anladı. Usulca kendi köşesine çekilerek merakını yeniledi.

Alt Şehir Serisi | SeventeenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin